Senaryosunu da Enda Walsh ile birlikte yazan Steve McQueen’in yönetmen koltuğunda oturduğu ilk (debut) uzun metrajlı sinema filmi olan “Hunger”:
Kuzey İrlanda’daki eski Kraliyet Hava Kuvvetleri üssü Long Kesh'te kurulmuş olan (ve 1971 – 2000 yılları arasında aktif olarak kullanılan) Maze Hapishanesinde, IRA mensubu siyasi tutsakların statülerinin iyileştirilmesi için 1981 yılında başlatılan “açlık grevinin”, özellikle de Bobby Sands vakasının öne çıkartılarak anlatıldığı tarihi bir drama…
Bu ölüm orucu öncesinde hapishanedeki İrlandalı Cumhuriyetçiler, “battaniye” ve “yıkanmama” eylemlerini başlatmışlardır…
Filmde ilk tanıdığımız karakter, mahkumların kafasına yumrukları ile vurarak işkence yapmaktan özel bir haz duyan ve o nedenle de elleri yara bere içinde kalmış olan zorba Gardiyan Raymond Lohan (Stuart Graham) oluyor…
Kahvaltısını yaptıktan sonra karısının (Laine Megaw) meraklı bakışları arasında bomba yerleştirilip yerleştirilmediğini öğrenmek amacıyla yere uzanarak altını kontrol ettiği aracına binip hapishaneye gitmek Raymond’ın günlük rutinlerinden birisidir…
Maze’in en yeni konuklarından olan altı yıl hapis cezasına mahkûm Davey Gillen (Brian Milligan), on iki yıl tutuklu kalacak olan Gerry Campbell (Liam McMahon) ile aynı hücreye konulur…
Görüş günü her ikisinin kız arkadaşları geldiğinde Davey ağzındaki mesajı öpüşerek aktarmak suretiyle dışarıya gönderirken Gerry’de içinde radyo alıcısı bulunan zulayı alıverir…
O arada gardiyanlar Bobby Sands’i (Michael Fassbender) döverek ve zor kullanarak hem saçlarını tıraş ederler hem de yıkarlar…
Ki zaten diğer mahkumlar da benzer bir yöntemle tıraş edilmektedirler…
Bir diğer görüş gününde kafası gözü dağılmış vaziyetteki Bobby’nin ziyaretine, annesi Roselyn (Helen Madden) ile babası John (Des McAleer) gelirler…
Aslında bu günlerdeki en önemli husus, IRA yönetiminin direktiflerinin mahkumlara el altından gizlice ulaştırılmasıdır…
Son gelen talimat de hapishane yönetimi ile sivil kıyafet giyme pazarlığına girilmesi üzerinedir…
Bunun üzerine kendilerine, “alın size sivil kıyafet” diyerek alay edercesine dağıtılan rengarenk garip kıyafetleri giymeyerek ciddi bir direniş başlatırlar…
Hapishane yönetiminin buna yanıtı ise:
Dışardan takviye olarak getirtilen ellerinde copları ile kalkanları ve kafalarında siperlikli miğferleri de bulunan bir kuvvetin de yardımı ile genel bir “dayaklı arama” yapılması şeklinde olur…
Vaziyet o kadar fecidir ki, gelenlerin arasında bulunan ve bu işe bulaşmayı hali hazırda “insanlığını tamamen yitirmediği için” kendine yediremeyen güvenlik güçlerinden biri olan Stephen Graves (Ben Peel) bir köşeye çekilerek hüngür hüngür ağlar…
Bundan sonrasında, filme ve o dönemin tarihine damgasını vuran olaylar zincirinden sadece iki örnek daha bulunmaktadır:
1. Raymond’un elindeki papatya demeti ile huzurevindeki annesini (Helena Bereen) ziyaret etmesinin sonrasında yaşananlar…
2. Bobby’nin açlık grevi dalgasını başlatması…
Ki, Bobby’i aksine uzunca bir sohbet gerçekleştirdiği kendisi gibi Katolik olan Peder Dominic Moran (Liam Cunningham) dahi ikna edemeyecektir…
Peki, hepsi bu kadar mı?
Elbette değil…
Yukarıda da vurguladığımız gibi İrlanda tarihine de geçmiş olan gerçek öykü asıl şimdi başlıyor…
Bitirmeden yorumumuza ilave edeceğimiz son şey, Michael Fassbender’ın bu role meyve, kuruyemiş ve sardalye ağırlıklı günlük 900 kaloriyi aşmayan on haftalık doktor kontrollü özel bir diyet programı ile hazırlandığı biçiminde olacak…
Bugüne kadar fırsat bulup da henüz izlememiş olan sinemasever dostlara, 2008 Cannes Film Festival’in de Steve McQueen’e “Altın Kamera (Caméra d'Or)” ödülünü de kazandırarak önünü açmış olan bu filmi hararetle öneririz…
Keyifli seyirler,