Hesabım
    Sıcak Kalpler
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Sıcak Kalpler

    Dünyayı sevgi ve aşk kurtaracak!

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    Yuvarlak hesap son 10-15 yıldır vampir, zombi ve bunların beslediği doğaüstü varlıkların alt türlerini hem edebiyatta hem görsel mecralarda (sadece sinemayla tutmak pek çok tv dizisine haksızlık olur)  o kadar çok sevdik ve benimsedik ki, yarın öbür gün zombi ya da kurt adam bir sevgilimizin olması artık işten bile değil! Şaka bir yana, genelde kıyamet sonrası bir dünyaya ve iki farklı türün arasındaki muhtemel bir aşk öyküsüyle kurgulanan bu hikâyeler, daha ziyade genç seyirci kitlesini hedefler ve ilgisini çekerken, alt türün asıl meraklıları olanlar bu popüler işlere hep mesafeli yaklaşıyorlar.

    Türün hem edebiyat hem sinema açısından son örneklerinden olan Sıcak Kalpler (Warm Bodies) de ilk bakışta,Buffy, the Vampire Slayer'ın zombi versiyonunu, yani "öldürmesi gereken zombiye aşık olan kız" imajını yaratsa da, aslında karşımızda tam anlamıyla bir Romeo-Juliet hikayesi mevcut diyebiliriz. Başrollerin isimlerinden tutun da, o pek romantik balkon sahnesine kadar, imkânsız aşkı kutsayan öykü, bir ölümlüye âşık olup onun sayesinde yeniden hayata dönen zombi delikanlı ‘R'nin hikâyesi aslında.

    Diğer zombilerle birlikte terk edilmiş havaalanını mesken tutan R, aslında kendi ‘türüne' de öteki olan bir karakter. ‘Ev' olarak adlandırdığı bir uçakta plak koleksiyonu yapan, kar küresi, biblo toplayan bir zombiye, türün her örneğinde rastlamak biraz zor! Isaac Marion'ın aynı adlı romanından uyarlanan Sıcak Kalpler'in farklılığı da biraz buradan geliyor zaten. Bu sefer karşımızda sadece anlamsızca hırıldayan, etrafa çarparak yürümek ve insan yemekten başka eylemi olmayan zombilerden fazlası var. Bu filmin zombileri gerektiğinde konuşuyor, hatta R, düşünüyor, dahası bilinçli bile hareket ediyor. Yetişkin edebiyatı kulvarında kaleme alınmış ve Türkçe'ye "Sıcak Bedenler" adıyla çevrilen romanı okumamış olmakla birlikte, en azından filmin, tükenme safhasına gelmiş bu türe taze bir şeyler kattığını söyleyebilirim.

    Öte yandan filme toplumsal katmanlı bir okumayla bakarsak, bir alt metin daha mevcut: Henüz çaresini bulamadığımız salgın hastalıklara yakalanan kişiler, tamamen insanlıktan çıkmış yaratıklar değillerdir; sizden farklılaştılar diye kalın önyargı duvarları çekmeniz, olası bir tedavi ihtimalini de sıfıra indirger. Anlamaya çalışıp, sevgiyi paylaşmak ise imkânsız görünen iyileşme sürecinin belki de ta kendisi olabilir. Şimdi bu formülde "salgın hastalıklara yakalanan kişileri" kaldırıp "ötekileşenleri" koyun; işte size filmin asıl önermesi...

    Senaryoya dair son bir not eklersek, kitap henüz orijinal dilinde ABD'de piyasaya çıkmadan, sinema hakları satın alınmış ve senaryolaştırılmaya gidilmiş. Bu anlamda başarılı bir pazar politikası izlenmiş diyebiliriz pekâlâ.

    Henüz 36 yaşındaki yönetmen Jonathan Levine'nin ikişer yıl arayla imza attığı Vahşet Partisi ve The Wackness filmlerini bir yana koyarsak, 2011'de gezdiği her festivalden övgüyle dönen ve iki de Altın Küre adaylığı olan  Şansa Bak (50/50)'tan sonra görsel çıtasını bir kademe daha yükselttiğini söyleyebiliriz. Fakat filmin özellikle ilk bölümünde bazı sahne geçişlerinin çok başarılı olmasının yanı sıra, yer yer sahnelerin dokuları ve renk tonları arasında kopukluklar olduğunu da belirtmek boynumuzun borcu. Bu detaylar maalesef biraz puan kaybettiriyor. Levine'nin oyuncu yönetiminde başrol Nicholas Hoult'tan maksimum verim aldığını da ekleyelim. Henüz 23 yaşında olan ve geçtiğimiz hafta da Dev Avcısı Jack ile arzı endam eden genç oyuncuyu anlaşılan beyazperdede daha çok göreceğiz.

    Son olarak filmin müziklerine değinmeden bu yazıyı sonlandırmak olmaz. Çoğunlukla R'nin plak koleksiyonundan dinlediğimiz Guns N' Roses'dan John Waite'e, Scorpions'tan Bruce Springsteen'e uzanan arşiv, kulaklarımızın pasını silerken, "Hungry Heart"gibi klasiklerin filmin öyküsüne paralel kullanılması da ayrı bir sine-müzikal keyif sunuyor.

    Nihayetinde karşımızda özgün bir bakış açısıyla kotarılmış, post-apokaliptiğe zombi mizahını ve aşkı iyi yedirmiş bir yapım var. Sevgiye ve aşka olan inancımızın tazelenmesi gerektiği şu günlerde, en azından bireysel ilaç niyetine, takın sevgilinizi kolunuza ve sinemanın yolunu tutun...

    twitter.com/duygukocabay

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top