Hesabım
    Aşk Seansları
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Aşk Seansları

    Küçük ama etkili bir film...

    Yazar: Murat Özer

    70 yaşına merdiven dayamış Polonya asıllı sinemacı Ben Lewin'in yazıp yönettiği "Aşk Seansları (The Sessions), geçen yılın ‘küçük ama etkili' filmlerinden biri. Gerçek bir hikâyenin beyazperdeye taşınmasına vesile olan yapım, Helen Hunt'a ‘en iyi yardımcı kadın oyuncu' dalında Oscar adaylığı da getirdi bildiğiniz gibi. Her ne kadar Anne Hathaway'in bu daldaki galibiyeti kesin gibi görünse de, Hunt'ın da güçlü adaylardan biri olduğu kuşku götürmez.

    1999'da hayatını kaybetmiş ‘handikaplı şair' Mark O'Brien'ın "On Seeing a Sex Surrogate" adlı makalesinden hareketle çekilen Aşk Seansları, geçirdiği çocuk felci nedeniyle başı dışında herhangi bir uzvunu hareket ettiremeyen Mark'ın ‘cinsellik'le imtihanını anlatıyor bizlere. Cheryl adlı ‘seks terapisti' eşliğinde cesur adımlar atan karakter, bekaretini kaybetmesine kadar uzanan süreçte, aşka da bir kapı aralamayı başarıyor. Zamanının büyük bölümünü, kendisini hayatta tutan oksijen tankının içinde geçiren Mark'ın, insanlarla sınırlı ilişkisine karşın böylesi bir hamleye girişmesiyse hikâyenin atardamarını oluşturuyor. Koyu bir Katolik olması nedeniyle, sürekli gittiği kilisenin papazından aldığı öğütler de etkili oluyor onun seçimlerinde. Din adamı, belki de ‘günah' olduğunu düşündüğü (bildiği) bir şey için Mark'ı cesaretlendiriyor bu süreçte...

    "Aşk Seansları", fiziksel yeterliliğin olmadığı bir dünyada ‘patinaj' yapmaktansa, bu handikabın izin verdiği bütün eylemleri yapabilme iradesini açığa çıkarıyor. 40'ına yaklaşan Mark O'Brien'ın tıpkı bir ergen gibi cinselliği keşfedişini resmeden film, bir yandan da bunun bir üst katmanında duran ‘aşk'la haşır neşir oluyor. Mark, aşka ulaşabilmek için bir araç olarak kullanıyor cinselliği; hep kafasında olan aşkın peşine düşmek istiyor aslında, düşüyor da. ‘Seanslar' başladığında korkuyor haliyle önce, ama Cheryl'in sevecen profesyonelliğiyle aşılıyor bütün duvarlar. Fahişeliğe karşı olmadığını özellikle vurgulayan, ama bu işe fahişelik denemeyeceğini söyleyen Cheryl'in evli ve çocuklu olması da resmin bir başka kısmını oluşturuyor. Bu noktada şunu da dillendirmek mümkün: Din adamı, Mark'ın bakıcıları, Cheryl, onun kocası gibi karakterlerin tamamının ‘hoşgörü' mekanizmasıyla donatılmış olması, belli bir aşamadan sonra biraz ‘fazla' gibi duruyor. ‘İnsanlık'ın tarihsel gelişimi, çok da buna imkan tanımıyor çünkü; bireysel defoların her an ortaya çıkmasını bekliyorsunuz. Cheryl'in kocasının, işin içine aşk girdiğinde gösterdiği tepkinin sahiciliği kırıyor biraz bu durumu.

    Oyunculuklardaysa tam bir zirve "Aşk Seansları". Bunu başka isimler özelinde kaç kez söyledik bilmiyoruz, ama Helen Hunt'ın ‘bedeniyle barışık' performansını görmeden geçmek mümkün değil. 50 yaşındaki aktrisin bedenini bir enstrüman gibi kullandığı filmde, cinselliğin merkeze oturduğu hikâyenin taşıyıcı unsuru oluyor Hunt'ın performansı. Daha önce "Gerçeğin Parçaları"yla (Winter's Bone) Oscar'a aday gösterilen John Hawkes da Mark O'Brien karakterinde bekleneni veriyor, Mark'ın ‘kırılgan' serüvenini ete kemiğe büründürüyor. Oscar adaylığı için ‘avantajlı' bir kompozisyon olmasına karşın aday gösterilmemesiyse ilginç.

    "Aşk Seansları", biyografik bir film olmasına karşın, ele aldığı karakterin bütün hayatını beyazperdeye taşımaya çalışmıyor. Mark O'Brien'ın hayatındaki özel bir kesite ilgisini yönlendiren yapım, böylece dağılmaktan da kurtarıyor kendisini. İlgisini yönelttiği bölümün yeterince çarpıcı olduğunu da kabul etmek gerek!

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top