Hesabım
    Gazeteci Çocuk
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Gazeteci Çocuk

    Derdi beğenilmek olmayan bir film...

    Yazar: Kaan Karsan

    2010 senesinin Oscarları'nda da arz-ı endam eden Acı Bir Hayat Öyküsü (Precious: Based on the Novel 'Push' by Sapphire) göstermişti ki, Lee Daniels (I) bağımsız bir ruha haiz ve yeni bir şeylerin arayışındaki bir yönetmen... Precious, alelade bir öyküyü rahatsız edici, hatta bile isteye ‘sıkıcı' tonlara sürükleyerek iyi ya da kötü, son kertede ise tuhaf bir üslubu perdeye taşıyordu. Bunun sonucunda da Lee Daniels  ‘bağımsız' sıkıntılar yaşan Amerikan Sineması'nın umut ışıklarından bir tanesi hale geldi. Geçtiğimiz sene Nicole Kidman'lı kadrosuyla Cannes Film Festivali'nin yarışmalı bölümünde de gösterilen Gazeteci Çocuk (The Paperboy), Lee Daniels'ın bayağı meselden özgün sinema sağmak amacının yeni bir tezahürü...

    Paperboy ilk dakikasından itibaren kendiyle ilgili bazı şeyleri kabulleniyor. Film, öncelikli olarak bir gazeteci çocuğu merkezine alıyor. Filmin ismi de bu konuda oldukça bilgilendirici yansıyor zaten. Ortada çözülmesi gereken bir dava ve bu davayı çözmenin peşinde olan akil insanlar var. Lee Daniels'ın filmi de bu iskelet üzerinden konuşmaya başlıyor. Dava ‘berraklaşır' gibi yaparken bulanıklaşıyor; film de fırsattan istifade satır arası öykülerini açmaya yoğunlaşıyor.

    Paperboy ile ilgili yazılan metinlerde ‘kitsch' kelimesinin mutlak suretle kullanıldığına dikkat etmişsinizdir. Evet, lafı fazla uzatmadan söyleyelim ki Paperboy ‘kitsch' bir film. Hatta mevzubahis ‘kitsch'liğini kendi emelleri uğruna kullanan ve kendisini bu kavram üzerinden tanımlayan bir film. Bu bakımdan filmin bu farkındalığına saygı duymak lazım. Saygı duyduğunuz bir şeyi sevip sevmemeniz ise tamamen size kalmış...

    Paperboy, tamamen dağınık yapısının içerisinde başrolüne oturttuğu bayağılığın hem heyecanlı hem de dingin çekiciliğine odaklanmış durumda. Hal böyle olunca da filmin neyin ya da kimin hikâyesini anlattığını pek umursamaması; rastlaştığı janrlara karşı olan sadakatsizliğinden ötürü tür bariyerlerini yıkıp geçmesi ve bütünü, parçalar için feda eder bir yaklaşıma sahip oluşu ‘umursanır' hale geliyor. Film, bu sayede, türsel olarak herhangi bir gerilim içermiyor olsa da bir şekilde 80'lerde yapılan erotik gerilim filmlerine, özellikle de Brian De Palma'nın kimlikli dönemine selam çakıyor. Zaten Daniels'ın Nicole Kidman'dan formunda bir Sharon Stone yaratma çabası da bu yüzden gibi.

    Paperboy'un hem güçlü hem de zayıf yönü bu bile isteye lezzetsiz tadı aslında. Görünen o ki, Lee Daniels, kötü bir senaryo yazdığının farkında; ancak o kötü senaryoyu film haline getirirken çok eğleniyor. Filmin Cannes gibi ciddiyetiyle nam salmış bir platformda tepki yaratması Daniels'ın mezkûr tavrının doğal geri dönüşünden ibaret. Paperboy, içerdiği potansiyel öyküler arasından birini seçmek yerine hiçbirini seçmemeyi tercih ediyor. Bu da klasik film normlarına tamamen aykırı bir yapı oluşturuyor. Bu da filmi, başta da söylediğimiz gibi, ya lezzetli ya da lezzetsiz hale getiriyor. Paperboy, ruhu olan ancak bedeni olmayan bir film.

    Çok konuşulan Nicole Kidman performansı ise abartıdan nemalanan filmin en kolay tanımlanabilen unsurlarından biri, hiç şüphe yok ki. Kidman, belki de bedenini son kez bu denli etkili kullanabileceğinin farkında. Bu durum da ona bu fırsatı kaçırmaması gerektiğini fısıldıyor kuşkusuz.

    Paperboy, çöp olduğunun farkında olan bir çöp. Bu sebeple de özlemli, dikkat çekici ve tuhaf. Daniels'ın bundan sonra ne yapacağına dair bir merak da uyandırıyor. Filmin zayıf metniyle yarattığı bu kafa karışıklığının nihayetinde ise filme ‘iyi' demeye dilimiz varmıyor. Zira Paperboy, övgüden çok yergiyi arzuluyor. Yergiyi hak ediyor ve bundan ötürü sanırız ki mutlu oluyor.

    twitter.com/kkarsan kaankarsan@gmail.com

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top