Hesabım
    Havana'da 7 Gün
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Havana'da 7 Gün

    Havana'nın en bunaltıcı günleri...

    Yazar: Fırat Ataç

    Havana'da 7 Gün (7 Days in Havana) , son dönemlerde niceliği oldukça artan antoloji filmlerine, adından da anlaşılabileceği gibi yedi farklı yönetmenli bir konseptle dahil oluyor. Her yönetmenin haftanın tek bir gününe odaklandığı ve bunun üzerinden yedi farklı Havana hikayesi anlatan seçkinin en ilgi çekici tarafı, filmlerine hayranlık duyduğunuz sinemacıların -kısa da olsa- ne yaptığını görmek. Yakın dönemde Paris, je t'aime dışında elle tutulur bir örneğine rastlayamadığımız bu çabanın amacına ulaşması için anlaşılması gereken en büyük husus, biraraya getirdiğiniz yönetmen kadrosunun tartışmaya mahal vermeyecek işçilikleri olmalı. Havana'da 7 Gün bu hususta yerle yeksan olmuş.

    1995'teki Submission adlı kısa filminden sonra ilk defa kamera arkasına geçen Benicio Del Toro'nun akıcı El Yuma'sıyla açılan film, aslında çok da kötü bir başlangıç yapmıyor. Genç bir sinema öğrencisinin Havana'da geçirdiği pazartesi gecesine ve işvesine kurban olduğu, durumunu da sonradan farkettiği bir transeksüelle arasındaki sohbete odaklanan bölüm sevimli karakterleriyle paçasını kurtarıyor. Hemen ardından gelen Pablo Trapero imzalı Jam Session ise kendisini oynayan Emir Kusturica'nın harika oyunculuk performansıyla antolojinin en sağlam halkası konumunda. Havana Film Festivali için orada bulunan alkolik Kusturica ve şoförlüğünü yapan caz müzisyeni arasındaki melodilere dayalı dostluk görülmeye değer.

    Julio Medem'in şarkıcı bir kadının (Ronaldinho'ya benziyor), kaybeden sevgilisi ve kendisine önemli fırsatlar sunan bir adam arasında kalmasını anlatan üçüncü bölüm, filmle ilgili sesini yükselterek çalan alarm çanlarının start noktası. Bolca erotizm, melodrama varan anlar, Latin Amerika TV dizilerini andıran seçimleri, ucuzdan da öte müzikleriyle La tentación de Cecilia kelimenin tam anlamıyla yerlerde sürünüyor.

    Elia Suleiman'ın Diary of a Beginner'ı görsel olarak karın doyursa da tekrara kaçmaktan maalesef kurtulamıyor. Kaldığı otelin koridorlarında kendini kaybeden, şehirde uzun uzadıya süren gezintilere çıkan kültür şokuna uğramış bir adamın transa varan yolculuğunu peliküle aktaran yönetmen, ana karaktere de kendisi hayat veriyor. Neredeyse diyalog içermeyen iki bölümün arka arkaya arz-ı endam etmesi ne kadar büyük bir planlama hatası olsa da, çoğunluğun beklediği Gaspar Noé'nin Ritual'ine geldiğimizde yine,yeni,yeniden başımızı taşlara vuruyoruz. Antolojinin bütünüyle hiçbir alakasının olmaması ve başka bir boyuttan gelmiş gibi gözükmesini bir tarafa bırakırsak Ritual, Noe tarzı tipik bir deney filmi. Arka planda sürekli tekrarlanan davul ritmiyle seyircisinin sabrını sınayan Noe, karanlık öyküye farklı renk paletleriyle belli bir stil oturtmaya çalışmış.

    Tek Kübalı yönetmen Juan Carlos Tabio'nun kısasından veteran bir yönetmen olmanın yorgunluğu akarken, filmi nihayete erdiren Laurent Cantet'nin La fuente'si ise imece usulü dini törenlerini kotarmaya çalışan geveze bir geniş aileyle bizi başbaşa bırakıyor.

    Havana'da 7 Gün'ü oluşturan parçalara bu şekilde göz attıktan sonra asıl dağınıklık hakkında konuşmanın vakti geldi. Hikayelerin birbiriyle bağlantılı olması ya da tek bir sonuca varması gibi zorunluluk değil konumuz. Zaten paralel hikayelerden gına gelmişken en son istediğimiz tercih de bu olurdu. Ancak bir isim altında toplanan bu hikayelerin filmin bütünlüğünü sağlama açısından da yetersiz kaldığı bir gerçek. Konseptle tamamen alakasız olmasına rağmen Medem'in bölümündeki şarkıcı kadının Tabio'nun bölümünde tak diye ortaya çıkması çok saçma ve amaçsız. Küba müzikleri dışında ortak noktası olmayan bu sallapati denemelere ortak bir nokta bulma amacı insanları ne kadar zor durumlara düşürüyor.

    Bizi güzel Havana'da acı verici uzunlukta ve sıkıcı bir haftaya mahkum eden yönetmenlerden önce asıl kızmamız gereken ise yedi günün de senaryosunu yazan Leonardo Padura Fuentes. Daha önce birkaç kitap yazan ve asıl mesleği gazetecilik olan Padura, bütün bu isimlere güven sağlayabildiyse kendisiyle gurur duymalı. Aynı isimler keşke ''kendi bölümümüzü kendimiz yazalım, böylece kişisel bölümün tanımına daha çok yaklaşabiliriz'' deselerdi. Antoloji işinin böyle olmayacağını onlar da öğrenmiştir sanırım...

    firat_atac@hotmail.com

    firatatac.tumblr.com

    twitter:firatatac

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top