Hesabım
    Son Durak
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Son Durak

    Kurbanlarına saygı duruşu, ırkçılığa karşı bir başkaldırı

    Yazar: Orkan Şancı

    ***filmi izlemeyenler için spoiler içerir***

    1991 yılında Los Angeles’ta Rodney King aracıyla aşırı hız yaptığı gerekçesiyle polis tarafından durdurulmuş, çıkan tartışma sonucu dövülerek öldürülmüştü. Ardından “Los Angeles olayları” diye bilinen isyan dalgası başlamıştı. Polis şiddeti ve ırkçılık tartışmalarını alevlendiren bu olaydan 18 sene sonra, 2009 Noeli'nde ABD banliyölerinden birinde Oscar Grant adındaki genç, polis tarafından trenden indirilip öldürüldü. O da siyahtı ve öldürülmeyi hak edecek bir şey yapmamıştı.

    İlkinde polisler suçsuz bulunmuştu, Oscar olayında ise silahını ateşleyen polis memuru komik denecek (11 ay) bir hapis cezasıyla paçayı kurtardı. İki olay arasında koca bir internet devrimi yaşandı tabii. Oscar’ın ölümü bu kez görgü tanıkları tarafından cep telefonuyla kaydedildi ve internette yayılır yayılmaz tıpkı Rodney olayındaki gibi öfke patlamasına yol açtı.

    Ryan Coogler, hemşehrisi, yaşıtı ve kendisi gibi siyahi olan Oscar’ı anlatmaya işte bu cep telefonu görüntüsüyle başlıyor. Ardından perde kararıyor ve 22 yaşında Oscar’ın son 24 saati başlıyor. Hollywood’un alışılagelmiş cafcaflı mahallelerinden biri değil burası. Hapse girip çıkmış, işsiz, bir sevgili ve dünya tatlısı kızıyla hayata tutunmaya çalışan bir gencin hikayesi bu. Film, kısa denebilecek süre içinde Oscar’la ilgili çok şeyi anlamamızı sağlıyor. Hikayesi biraz Carlito’nun Yolu (Carlito's Way) gibi. Düzgün yola baş koymaya çalışıyor. Önce sevgilisiyle ve annesiyle arasını düzeltmeye çabalıyor, kötü alışkanlıklarından ve arkadaşlarından soğuyor, hatta işini geri almayı deniyor. Ama nafile, o da Carlito gibi. Geçmişi bir hayalet gibi onu kovalıyor.

    Coogler, sahne aralarına sürekli banliyö treninin görüntüsünü yerleştirmiş. Oscar’ın son nefesini vereceği ölüm treni, arada kendini hatırlatıyor sanki. Yönetmenin başka biçimsel numaraları da mevcut. Oscar’ın cep telefonunun ekranını perdeye yansıtıyor, duygusal yoğunluğu yüksek sahnelerde olabildiğince yakın plan çalışıyor, pek çok sahne emprovize çekilmiş hissi uyandırıyor.

    Oscar rolünde Michael B. Jordan çok iyi. Önce ölümü aklına bile getirmeyen avare delikanlı oluyor, sonra öfke nöbetlerine hakim olmayı öğreniyor, sonra sorumluluklarına sahip çıkmaya başlıyor, yolda araba çarpan bir köpek için kederleniyor, daha iyi bir insan olacağına dair kendine söz vererek yeni yılı karşılamaya hazırlanıyor. Hiç tanımadığımız Oscar, gerçekten de gerçek bir karaktere dönüşüveriyor. Anne rolündeki Octavia Spencer da o kadar inandırıcı ki, o koca gözlerini açıp konuşmaya başladığında karşınızda bir an için kendi anne figürünüzü görebilirsiniz. Aktrise ikinci Oscar adaylığı ufukta görünüyor gibi; ilkini de kazandığını hatırlatalım.

    Ryan Coogler, ailesine ve avukatlarına danışarak hikayesini büyük bir saygıyla anlattığı Oscar Grant meselesiyle sadece ırkçılık, polis şiddeti gibi kavramları tartışmaya açmıyor, aynı zamanda biyografik bir film çekerken tüm olup biteni 24 saatlik zaman dilimi içinde anlatma gibi enteresan bir fikri senaryosuna yedirebiliyor. Dahası, ölüm bir adım uzaktayken yaşadığımız her anın kıymetini bilmemizi öğütleyen bir yapısı da var.

    Sundance’te Büyük Jüri Ödülü’nü kazanan bağımsız yapım, 85 dakikalık kısacık süresine rağmen sizi üzerinde çok daha fazla düşündürecek cinsten...

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top