Hesabım
    Köksüz
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Köksüz

    Köklü bir hikaye: Köksüz…

    Yazar: Banu Bozdemir

    Köksüz, anneleri uyurken iki kardeşin arabaya atlayıp turlama istekleriyle başlıyor. Arabanın motor sesini duyan anne çığlık çığlığa kendisini dışarıya atıyor ve peşlerinden koşmaya başlıyor. İlker arabayı yarı yolda bırakarak kaçıyor, Özge arabanın içinde kalıp kaygılı bir şekilde annesini bekliyor. Köksüz bir anlamda başladığı gibi devam ediyor. Evin ergen erkeği İlker annesinin buhranlarıyla baş edemeyip genelde kapıyı çarpıp kaçıyor, herşeye sessiz bir kaygıyla yaklaşan Özge de herşeyin normale dönmesini bekliyor.

    Köksüz, babanın kaybının (ölüm ya da terk etme, bu çok belli değil) ardından var olmaya çalışan bir anne ve üç çocuğunun trajik öyküsünü anlatıyor. Öyle ki eşinin gitmesini kabullenemeyen Nurcan’ın ağırlığı var ailenin üzerinde. Özellikle de büyük kızı Feride’nin omuzlarında... Annesinin Feride’nin üzerine yıktığı sorumluluklar kızın yüzünden taşıp bize o kadar derin tesir ediyor ki… Film anne ve çocukları arasındaki çatışmadan ibaret gibi görünse de asıl çatışma hali Nurcan ve Feride arasında. Kendi mutsuzluğunu çocuklarından çıkaran, hatta onların mutluluklarının önüne set çekmekten çekinmeyen bir anne var karşımızda. Annenin konumu o kadar çözümsüz ki, sürekli temizlik yapıyor, baskı ve güçle sağlayamadığı hegemonyayı acizlik ve güçsüzlükle kurmaya çalışıyor çocuklarının üzerinde!

    Filmde sosyal bir tanımlama halinden çok psikolojik değerlendirme sözkonusu. Mesela baba gittikten sonra evin tek erkeği olarak sorumluluk alması beklenen İlker annesiyle kuramadığı iletişimi arkadaşının annesiyle farklı bir şekilde kuruyor, onu cinsel bir platforma taşıyor ki, oedipal kompleksin izini sürer haline geliyoruz İlker’in kopuk ruh halinde. Ama yine de filmin en tamamlanamamış yanı burası diyebiliriz…

    Özge annesinin gözdesi olma derdinde. Herkesin kendisine amade olmasını bekleyen annenin Özge’yle kurduğu tek ilişki ise bakkala yollamak, kızın isteği ise annesinin sevgisini kazanmak. Ama en trajik anlar da Nurcan’ın Feride’ye yüklendiği anlar. Aslında filmdeki ‘baba’ figürünün eksikliği genel anlamda evdeki erkek eksikliğinden kaynaklı trajediyi anlatıyor gibi görünse de öyle değil. Öyle olsa İlker’i ailenin gözünden olumlar, ikinci olarak da Feride’yle evlenmek isteyen Gülağa’yı Nurcan’ın gözünde olumlu bir yere taşırdı. Ama annenin sorununu ‘başsızlık’ sorunundan Feride’yle ilgili çözümlenmemiş başka bir alana taşıyor. Baba–kız ilişkisi devam ediyormuş gibi kızından intikam alma yolunu seçmiş bir anne var karşımızda. Tabii geri plana bakmak lazım biraz bunun için ama film baba kısmını, giden birinin herkes üzerindeki travması olarak yansıtmayı uygun görmüş.

    Filmin dramla mizahı birleştiren ince bir yanı da yok değil. Annenin abartılı korkuları kimi zaman filme ironik bir mizahi yan katıyor. Örneğin Feride’nin istendiği gece annenin sakatlanıp yatakta yatması gibi. Makyajlı, güzelce giyinmiş bir halde tertemiz bir yatakta yatan Nurcan sanki ölüm duygusuyla bakıyor etrafındaki mutluluk tablosuna. Bir yandan da mizahi işte! Engelleyemediği düğün ise onun gerçek anlamda ölüm yolculuğu gibi. Ana kızın karşılıklı birbirlerine gözyaşı içinde baktıkları sahne ikisini de farklı bir sona sürüklüyor adeta...

    Filmin en tatmin edici yanı senaryoda çok az boşluk olması, karakterlerinin belirgin özellikleriyle hikayeyi sırtlanıp götürmesi.  Psikolojik çözümlemesinin başarısı filmi sosyolojik olarak da bir yerlere taşıyor. Kimi zaman despotluk sınırlarına dayanan anne baskısı, güçsüz kalan çocukları iyice dağıtıyor. Annenin toparlayıcı gücü reddetmesi bir sonraki kişiye yani Feride’ye devrediyor bayrağı. Bu anlamda Ahu Türkpençe gayet başarıyla yansıtıyor baskılanmış karakteri. Tabii Lale Başar’ı da unutmamak lazım, ruh dengesizliği yaşayan hezeyanlı anne rolünde bir hayli başarılı.

    Köksüz başarılı bir ilk film. Deniz Akçay Katıksız’ın senaryosunu yazdıktan sonra çekmeye karar verdiği, çok içselleştirilmiş, evin iki katlı konumuyla, sürekli akıtan mutfak borusuyla hem bırakılıp giden, hem de ağır aksak devam eden hayata dair bir şeyler söylüyor. Hem de net olarak söylüyor, uzatmadan... Bu yüzden 81 dakikalık film derdini toparlayarak, uzatmadan ve başarıyla anlatmış oluyor.

    twitter.com/BanuBozdemir

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top