Hesabım
    Son Mektup
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Son Mektup

    Dön bir kez daha bak Çanakkale'ye!

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    I. Dünya Savaşı’nın Çanakkale cephesi hem deniz hem de karadan yürütülen çok sert, çok cepheli ve binlerce askerin canına mal olan bilançosuyla dünya tarihine geçmiş savaş dönemeçlerinden biridir. Yazılı ve sözlü tarihten bildiğimiz kadarıyla ülkemiz topraklarına saldırı olarak, Osmanlı başkenti İstanbul’u ele geçirmek adına İtilaf güçleri tarafından açılan Çanakkale cephesinde yaşanan muharebeler, Türk ordusunun savaş tarihçesine de “askeri dehaların destansı başarısı” olarak işlene gelmiştir. Sinematografik açıdan baktığımızdaysa 18 Mart Çanakkale zaferi ve Kurtuluş Savaşı aslında yakın geçmişte ulusalcı sinema damarımızın kabarabileceği yegâne senaryo kaynaklarımız olarak öne geliyor.

    Çanakkale Zaferi’nin 100. yılının pek çok etkinlikle kutlandığı bu hafta vizyona giren Özhan Eren  imzalı, Son Mektup da daha önce karşımıza Çanakkale 1915,  Çanakkale: Son Kale, Çanakkale Yolun Sonu gibi örneklerin yer aldığı “Çanakkale savaşı filmleri” kategorimize taze bir armağan veriyor. Savaşın karadaki cephelerinden ziyade fazla da bilmediğimiz ‘havacılık’ yönüne ağırlık veren film, askeri öykü kurgusuna bir de cephedeki hastaneye gönüllü olarak giden Nihal hemşire ile pilot Yüzbaşı Salih Ekrem’in sevda öyküsünü iliştiriyor. Nihal hemşire -  Yüzbaşı Salih Ekrem aşkı coğrafyası ne olursa olsun savaşın tüm sertliğine karşın seyirci gözünde bir yumuşatma, bir pasta kreması etkisi yaratan – ve çoğu zaman dile dökülmeyen – aşk hikâyelerinin bu filmdeki dengi. Üstelik bir de yetim kalan küçük Fuat ile hikâyenin duygusallığı da zirve yapıyor. Filme adını veren 'son mektup' ise her ne kadar ana karakterlere hitap etse de, "Savaşa gidip de dönmemek var" düsturunu sembolik olarak temsil ediyor.    

    Filmin ana öyküsü 18 Mart Deniz Zaferi ile sonuçlanan hava-deniz-kara harekatlarını özellikle askeri havacılık açısından geniş detaylarla önümüze getiriyor. Daha ziyade üstün kara savunması ile zihinlerimize yer eden Çanakkale savaşının askeri istihbarat kanadını da beyazperdeye taşıyan film, ön plana çıkarttığı subayların insani hayat hikâyelerine de yer vererek, savaşın dramatik yönünü aslında ikiye katlıyor. Yeni doğmuş bebeklerini bir kez bile göremeyen o kadar çok şehit veriyor ki Türk ordusu, yeryüzündeki gelmiş geçmiş tüm savaşlara lanet etmemek elde değil. Milliyetçi duygulara filmde tavan yaptıran bu sahneler ajitasyona fazla mahal bırakmadan ana öyküye bağlanmayı neyse ki başarıyor.

    Filmin senaryosuna ve yapımcılığına da imza atan yönetmen Özhan Eren‘in oldukça incelikli ve detaylı bir çalışma ortaya koyduğu özellikle filmin ilk bölümünde ciddi biçimde hissediliyor. Bir dönem filmi için olmazsa olmaz olan kostüm (Bülent Onuş- Fadim Üçbaş), makyaj (Derya Ergün), dekor ve  incelikli sanat yönetmenliği (Özgür Özcan) gibi hayati bileşenler, Son Mektup filminde yerli yapımlarımız açısından çıtayı çok yükseğe taşıyacak biçimde kotarılmış.  Türk sinemasında askeri ya da sivil havacılıkla ilgili bir sahne çekiliyorsa kapısı çalınan ilk isim olan Uğur İçbak’a emanet edilen görüntü yönetmenliği, teknik açıdan nokta atışı doğru tercihlerin yapıldığını da gösteriyor. Savaş filmlerinin bütünleyici unsurları olan ve üstünkörü davranıldığında tüm filmi riske atma potansiyeli taşıyan özel efektler ve ses tasarımı unsurları da Son Mektup’da hemen hemen hiçbir falsoya yer vermeden görevini yerine getiriyor.

    Oyuncu kadrosunda ise başrol Tansel Öngel’in Yüzbaşı Salih Ekrem performansı başarılı. Nesrin Cavadzade’nin çekingen Nihal hemşire rolü ise savaşın sertliği içerisinde yer yer fazla naif kalıyor; öte yandan Tophaneli Hakkı Kaptan rolünde Bülent Şakrak iyi bir karakter oyuncusu olabileceğini bu kez gösteriyor.

    Diğer yandan Çanakkale cephesinin en büyük askeri dehası olarak bildiğimiz Mustafa Kemal’e filmde iki plan dışında neredeyse hiç değinilmemesi yapımın puan kaybettiği yegane nokta olarak görülebilir. Ayrıca olayların akışı sırasında yazılı olarak tarih verisinin geçilmemesi ve perdede Arapça gördüğümüz yazılara Türkçe altyazılı açıklama verilmemesi gözümüze takılan ufak ama olsaydı şık olurdu diyebileceğimiz detaylar.

    Uzun lafın kısası, Türk sinemasında milliyetçi bir tavır sergilenecekse Çanakkale Savaşı ve onun çevresinde şekillenen insan öyküleri elimizdeki en olası ve bu duyguyu en çok kaldıracak zemin. Kendimizi en sert dille eleştirmeden önce dönüp Hollywood milliyetçiliğinde hangi filmleri alkışladığımızı iyi hatırlamak gerek…

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top