Hesabım
    Dheepan
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Dheepan

    Bir mülteci dramı ve yağmurdan kaçarken doluya tutulmak…

    Yazar: Murat Tolga Şen

    Bu hafta gösterime giren Dheepan, benim de çok sevdiğim Yeraltı Peygamberi’ni (A Prophet) çeken Jacques Audiard’ın, Cannes’da büyük ödül olan Altın Palmiye’yi kazanmış son filmi, her açıdan iddialı bir iş.

    Lafı uzatmayacağım, film hakkındaki fikrim net; bağımsız sinemanın baş belası olan “politik duyarlılık” eserlerinden biri Dheepan… Bu filmlerin çoğunun amacı aynı; toplumsal açıdan hassas meseleleri deşerek festival jürilerini tavlamak ve ödül avcılığı yapmak... Fransız sinemacılar, ultra liberal hassasiyetlerinden olsa gerek bu tür eserler vermekte ustalar. Fransa’nın Oscar adayı filmi Mustang örneğinde de olduğu gibi... O filmde de neredeyse fanteziye kaçacak kadar gerçeklikten muaf bir aile ve şehir setinde toplum-aile baskısı, muhafazakârlık, ensest meseleleri deşiliyordu.

    Baştan uyarayım; yazının bundan sonrasında bazı sürprizbozanlar (spoiler) mevcut, Dheepan, iç savaştan kurtulmak için zoraki bir aile kurmaya mecbur kalan 3 Sri Lankalının hikâyesi… Filme adını veren Dheepan karakteri diğerlerinden farklı olarak bir sır taşıyor. Savaşta ölmüş bir ailenin pasaportları ile bir şekilde Fransa’ya geçtikten sonra (Avrupalılar bu konuda çok dikkatsiz sanırım) önce kaçak hayatı yaşıyor, sonra da mültecilerin de barındığı binalardan oluşan bir gettoya yerleştiriliyorlar. Tamil savaşçısı (evet, sırrı bu!) Dheepan artık bir kapıcı, yeni hayatına da alışmak için elinden geleni yapıyor ama savaş tohumları her yerde ekiliyor. Sri Lanka’da ya da Fransa’da bir sitede…  “Benim savaşım bitti” diyor Dheepan ama nereye giderse gitsin yeniden savaşmak zorunda olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Dheepan kadar dipteyseniz ne kadar uğraşsanız da cehennemden uzaklaşamazsınız.

    Her şey iyi güzel hoş ama filmin kendisi konusu kadar etkileyici değil, daha da ileri gideceğim; Joel ve Ethan Coen başkanlığındaki Cannes jürisinin filmden nasıl etkilenip Altın Palmiye’yi verdiğini anlamak mümkün değil. Dheepan, politik tarafı ve göçmen meselesine eğilmesi dışında hiçbir pırıltıya sahip değil. Eşkıya’yı andıran ön finali ve batı medeniyetini yücelten son sekansı izleyen birinin bu filmi ödüllendirmeye değil hemen unutmaya çalışması gerekir!

    Bununla bitmiyor; filmin başka sıkıntıları da var. Adı Dheepan olan filmin odağı sürekli kayıyor. Diğer iki karakterin öyküleri bazen fazlaca öne geçiyor. Çoğu zaman Dheepan’ı filmden tamamen çıkarıp Yalini ve Illeyal’ı takip ediyor yönetmen, bu da filmin hikâyesinde, gidişe hizmet etmeyen pek çok ölü an yaşanmasına yol açıyor.

    Jacques Audiard bize Fransa’nın Eiffel kulesinden, Retro bir kafede kruvasan yiyip kahve içmekten ötesi olduğunu, özellikle de göçmenler söz konusu olduğunda kaçtıkları yerden daha beter bir şiddet ortamının kolayca oluşabileceğini göstermeye çalışıyor. Böyle bir yansıtım doğru olabilir mi? Bana kalırsa, turistik bir kartpostal nasıl abartılı bir kurgu ise bağımsız sinemacıların oluşturmaya çalıştığı distopik dünya da bir kurgudan ibaret… Bizim sinemacılarımız da sıklıkla bu hataya düşüyorlar. Bu yıl izlediğim Nefesim Kesilene Kadar örneğinde olduğu gibi…

    Bu karanlık şehirler, suskun karakterler, her yerden fışkıran kötülük… Ama nedense Dheepan kendi oluşturduğu her şeyi finaliyle yerle bir ediyor, neredeyse TV reklamı estetiğinde bir umut zerk ediyor finale… Dheepan’ın eline pala ve tornavidayı alıp giriştiği kıyımdan sonra ailesini de alıp İngiltere’ye yerleşip mükemmel bir hayata geçiş yapması mümkün mü?

    Yönetmenin son sekansta kullandığı yumuşak ışıkla oluşturduğu adeta cennet bahçesinde düzenlenmiş barbekü partisi, Dheepan’ın mücadeleden sağ çıkamayıp öldüğünü ve ancak o zaman huzur bularak son nefesinde kendi cennetini düşlediği fikrini edinmeme yol açıyor, belki de böyle bir final daha gerçek, dolayısıyla daha anlamlı olurdu diye düşünüyorum.

    Altın Palmiye ödüllü Dheepan’ı eşsiz bir sanat eserinden ziyade ödül hesabıyla girişilmiş, politik meseleyi öne çıkarırken işin sinema kısmını tamamen ıskalamış bir yapım olarak nitelendiriyorum. Jacques Audiard ise bu filmde bir gerçeğin peşindeki sanatçıdan ziyade provokatör gibi davranmış. Dedim ya; Fransızlar bu işi çok iyi beceriyor!  Filmin bu kadar büyük bir ödülü kazanması, batının mülteci meselesiyle ilgili vicdanının ayakta olmasından ibaret, sinemasal açıdan ortada alkışlanacak bir başarı yok. Yine de “Altın Palmiye’li” film görmek isteyen sinemaseverlere tavsiye ederim. En azından doğal ve güçlü oyunculuklarıyla yönetmenin yapamadığını yapan üç oyuncusunun hatırına bunu yapmak istiyorum.

    murattolga@gmail.com

    twitter.com/murattolga

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top