Hesabım
    Doktor Uyku
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Doktor Uyku

    Oteli seviyoruz, peki ya dışını?

    Yazar: Fırat Ataç

    2019, Stephen King uyarlamaları konusunda oldukça bereketli bir yıl oldu. Pet Sematary, It Chapter Two ve Netflix yapımı In the Tall Grass’ın vasatlık ve kötülük arasında seyreden hallerini gördükten sonra, en az umut bağladığım ancak en çok merak ettiğim Doctor Sleep’e geldi sıra. Kuşkusuz merak hissiyatı ve umutsuzluğun sebepleri birçoğumuz için ortak temellere dayanıyor. Kitabın sinemaya uyarlanacağını ilk duyduğumuzda aklımızda beliren sorular bile birbiriyle tutarsızken, bu soruların cevapları nasıl tutarlı olabilir ki?

    Stanley Kubrick’in hikayede yaptığı tüm değişiklikleri görmezden gelerek yazılan Doctor Sleep’i, Kubrick’in klasiğinin direkt devamı olarak nasıl düşünebiliriz? Filmin tam anlamıyla reddedilmediğini ve her iki metnin ‘ne şiş yansın ne kebap’ mantığıyla birbirine yedirildiğini varsaydığımızda filme yaklaşımımız nasıl şekillenir? Orijinal filmin, orijinal romandan kitlesel olarak daha çok bilinmesi ve bunun getirisi olarak pazarlama stratejisinin film üzerinden kurulması King’in her iki kitabını da değersizleştirmez mi?

    Bu noktada içinden çıkılması gereken sarmalı çözecek bir şeye ihtiyacımız var. O da ‘klasik bir romandan öznel bir şekilde uyarlanan ikonik bir filmin, bizzat romanın yazarı tarafından kaleme alınan devam hikayesini perdeye aktaracak yetkinlikte bir sinemacı!’. Mike Flanagan, bu isim mi? İşte, bu film de dahil olmak üzere hiçbir zaman cevabını net olarak alabileceğimizi sanmadığım bir soru daha!

    ‘Aktif korku sineması yönetmenleri’ tamlamasını ‘oldukça aktif’e çevirirken zorlanmayan bir isim Flanagan. Absentia (2011) ile başlamasına rağmen Oculus (2013)’tan sonra ivme kazanan uzun metraj kariyerinde her seneye en az bir film sığdırması bunu ispatlıyor. Kabul etmek gerekiyor ki en ufak ilgi kırıntısı beslenmeyen filmlere bile dokunuşunu katmayı başarıyor. Mevzu, bu dokunuşun sihirli olmaması. ‘Memur’ tanımı fazlaca acımasızlık barındırsa da azımsanmayacak bir kitlenin kendisine yüklediği otör sıfatını hak edebilmesi pek mümkün görünmüyor Flanagan’ın. Dizilerle aramdaki ‘akıl sır erdiremediğim’ mesafeden dolayı izlemediğim ve övgülere boğulan The Haunting of Hill House’u bir kenara bıraktığımızda, güvenli sularda yüzen, yeni şeyler denemekten imtina eden bir sinemacı duruyor karşımızda.

    Gelelim altına girdiği bu ağır ‘Doctor Sleep’ yükünün altında ezilip ezilmediğine… Size bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haber: Öyle bir şey yok! Kötü haber ise: Batı yakasında değişen bir şey yok!

    Stephen King’in Overlook Hotel’de yaşanan o travmatik kışın 40 sene sonrasına gittiği kitabı, çok katmanlı ve zamansal atlamalı bir olay örgüsüne sahip. Yaşadığı korkunç olayların etkisiyle babasının ayak izlerini takip etmeyi seçen Dan, iflah olmaz bir alkoliğe dönüşmüş durumda. Işıltısı devam etse de parıldamıyor. Normal bir hayata dönmek için İsimsiz Alkolikler toplantılarına katılmasının faydasını görse de zihinsel olarak iletişime geçtiği Abra’yla kurduğu dostluk, geçmişiyle hesaplaşacağı bir dizi olaya sebebiyet veriyor.

    Filmin konusunu bu şekilde özetleyebilseydik keşke. Başını Şapkalı Rose’un çektiği True Knot adlı tarikat, Abra’nın peşinde. Yalnızca Abra değil, neredeyse tüm ışıltılı insanlar radarlarında. Özel güçlere sahip insanları öldürerek elde ettikleri buhar ömürlerini uzattığından, zevk için değil yaşamak için yollardalar. Filmin neredeyse yarısına kadar yolları kesişmeyen üç ana karakter ve bu karakterlerin motivasyonlarını anlayabilmek için neredeyse tüm Amerika’yı dolaşacağız.

    Bu denli yoğun bir gündemde 152 dakikalık süre bile size yardımcı olmuyor. Başına aldığı dert yetmezmiş gibi kurgu masasına da kendisi oturan Flanagan, -elinden geleni yapsa da- cevapsız kalan sorulara yanıt veremiyor, karakterlerini benimsememizi sağlayamıyor. Kimi anlarda yaratmayı başardığı tansiyon, olan biteni umursamamıza değil teknik başarıya bağımlı kalıyor. Dağınıklık baki olsa da ilk filmle aramızdaki bağı kuran Dan’e eğilmekte elini korkak alıştırmaması en büyük artısı.

    Ana teması bağımlılık olmayan filmlerin düştüğü tuzaklardan mümkün mertebe uzak duran Flanagan, The Shining özelinde hiç de klişe olmayan baba problemlerinin, boş boş bakılan şişelerden daha önemli olduğunu hissettiriyor. Jack Torrance/Dan Torrance/alkol üçgeninde yaşananlar birbirine sıkı sıkıya tutunan neden sonuç ilişkilerine bağlı ama karakterin rehabilitasyonu alışıldık ezberlerden uzak. Çemberin tamamlanmasıyla görece doyurucu bir baba-oğul hesaplaşmasına bağlanmamız, etkisi kısıtlı olsa da arınmayı beraberinde getiriyor. 

    Romanda çok daha fazla yer alan Dan’in hasta bakıcılık günleri, ‘Doctor Sleep’ sıfatının nereden geldiğini açıklarken filmin en duygusal anlarına ev sahipliği yapıyor. Ölmeye yakın olan insanların huzurla öteki dünyaya geçmesini sağlayan Dan, karanlık bir King fantezisinin dört başı mamur karakteri olduğunu bas bas bağırıyor.

    Paralelde devam eden True Knot-Abra eşleşmesi filmin aksiyon kaynağı. Yine de Shining evrenine katılan süper kahraman sosu ağızda buruk bir tat bırakıyor. Son zamanların en keyifli fantastik film sekanslarından biri olarak anında bağrıma bastığım astral seyahat sahnesiyle bu kısmın zirvesini yapan Flanagan, aynı anda 10 farklı mekanı idare etmeye çalışan filminin dağılmasına yakın ‘test edilip onaylanmış’ dala tutunuyor: Nostalji!

    King’in romanının sonunda yerle bir ettiği, Kubrick’in ise ayakta bıraktığı Overlook Hotel’e dönüşümüz, Scorsese’nin Marvel filmleri için yaptığı benzetmeyi akıllarımıza getiriyor. Neyse ki bir Shining Lunaparkı’ndayız ve bu konuda hiçbir şikayetimiz yok. Baltayla parçalanmış tuvalet kapımız yerli yerinde. 237 numaralı oda içine girilmeyi, koridor kanla kaplanmayı, labirent keşfedilmeyi, altın salon müziğin ritmine kapılmayı ve hayaletler harekete geçmeyi bekliyor.

    Nostalji hissiyatı içimizi kaplıyor, tüylerimiz diken diken olmaya hazır ama bir şeyler eksik. Hikayenin fazla parçalarının bozduğu dengenin artçı şokları duygu durumumuzu kontrol altında tutuyor. ‘Keşke’ diyoruz…’Keşke King, aklından her geçeni kağıda dökmeseydi de Flanagan, Dan’in üzerinden ilerlemeye devam edebilseydi. Belki o zaman olabildiğine dramatik olan bu son, bizi hüzünle karışık bir coşkuya sevk ederdi…’

     

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top