Hesabım
    Körfez
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Körfez

    Bir şehrin alegorisi mi?

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    74. Venedik Film Festivali'nin Eleştirmenler Haftası bölümünde dünya prömiyerini yaptıktan sonra Eylül ayında yerli seyircinin karşısına ilk kez 24. Adana Film Festivali'nde çıkan Körfez, arayı fazla uzatmadan festival yolculuğunu şimdilik tamamlayıp vizyona çıkıyor. Körfez, eleştirmenler haftası bölümünde verilen seyirci ödülü için yarıştığı Venedik'ten ödül anlamında eli boş dönmüş ama hakkında İtalyan basınında oldukça olumlu eleştiriler çıkmıştı. Türkiye prömiyerini yaptığı Adana'da ise Jüri Özel Ödülü'ne layık görülen Körfez, hem ulusal yarışma seçkisindeki tabir-i caizse en zayıf halka olarak nitelendirilmiş, hem de aldığı ödülle de eleştirmenler açısından şaşkınlık yaratmıştı.

    Tüm bu tartışmalar arasında “bir İzmir filmi” olarak da niteleyebileceğimiz yapım, aslında oldukça sembolik bir anlatım dili üzerinden baş rolüne aldığı İzmir'i diğer başrolü Selim'in ruh haliyle harmanlayarak, seyirciyi yönetmen Emre Yeksan'ın duygu dünyasına davet ediyor. Zira Yeksan yabancı basına verdiği bir röportajda başta koku teması olmak üzere filmin pek çok otobiyografik ögeleri olduğunu dile getiriyor: “Selim (Ulaş Tuna Astepe) sancılı bir boşanma sürecinin akabinde İstanbul'daki hayatının ters yüz olmasıyla soluğu ailesinin yanında, İzmir'de alır. Biraz nefes almak için döndüğü İzmir'de ailesine de mesafeli durur, çevresinde pek de arkadaşı yoktur; askerlikten eski arkadaşı olduğunu iddia eden Cihan'dan (Ahmet Melih Yılmaz) başka. Bir gece İzmir limanında büyük bir yangın olur ve şehrin en büyük kabusu olan Körfez kokusu kente, insanlara geri döner...”

    Kendisi de İzmirli olan yönetmen Yeksan, daha önce Rüzgarın Hatıraları filminde Özcan Alper ile beraber çalışan senarist Ahmet Büke ile senaryoyu kaleme almış. Yeksan'ın kendisinin de belirttiği gibi “Ya o korkunç koku bir gün İzmir'e, Körfez'e geri dönerse?” ihtimali üzerinden bu soruyu bir felaket senaryosu çerçevesinde işleyen yapı, koku karşısında 1 haftadan fazla dayanmayan ahali çekip giderken geride kalan şehrin akıbetini, başrolü Selim ile sorgulamaya niyetleniyor. Yukarıda da belirttiğimiz üzere oldukça sembolik, süslüsünü söylersek alegorik bir yapısı olan senaryo, üst orta sınıf, 'kaçacak bir yeri olan' İzmir halkının karşısına, şehrin pek bilinmeyen varoşlarını, gitmeyi reddedenleri ve Selim'i koyuyor. Selim'in kokuya karşı maske dahi takmadan duruşunu umudun temsili olarak da okuyanlar var; bence daha ziyade kayıtsızlık olarak seyirciye geçen bu duygu durumu Selim'in karakterinin dönüşümünün odak noktası olarak kurgulanmış. Baş karakterin kendisini keşif sürecinde ona 'sınıf indirerek' toplumsal eleştiriye de kapı açan film, Selim'in ailesini ve sınırlı kişiden ibaret o çevreyi -örneğin annesinin kağıt arkadaşları- kurgularken de kasıtlı olarak karikatürize etmekten de geri kalmamış.

    Yola çıkış noktası olarak aslında çok iyi bir öz yakalayan Emre Yeksan, ilk uzun metrajlı filminde maalesef kimi hatalarla o özün elinden kayıp gitmesine neden olmuş. Filmin seyirciye geçerken tökezlemesinin esas nedeni Selim'in bir baş kahraman değil, anti-kahraman olarak kurgulanmış ama bu anti-kahramanın üzerinde ikna edicilik açısından fazla çalışılmamış olması. Özellikle bu yöntem seçildiyse de, Selim'in temsil ettiği dinamiklerin film boyunca daha derinlikli işlenmemesi, oyuncunun sadece susarak ya da kayıtsız surat ifadeleriyle bakarak Selim'i yaşanır, yaşayan bir anti-kahraman kılmamasından kaynaklanıyor. Her şeyden öte Selim çok suskun, neredeyse hep susuyor; çevresinin tüm hengamesine ve hatta Cihan'ın bıçkınlığına karşın ağzından kerpetenle laf çıkıyor. Bilerek ve isteyerek bu şekilde kurgulanmış olsa da seyirci bu noktada karakter ile olan gerçeklik bağını, onu takip etme güdüsünü kaybettiğinden, distopya atmosferi olan Körfez finale doğru sanki hiçbir olayın yaşanmadığı, 'sıkıcı bir arthouse', festival filmi havası vererek nihayete eriyor. Çok iyi yakalanmış bir olan çıkış noktası, hem oyunculuk, hem karakterizasyon hem de oyuncu yönetiminde kimi eksikliklerden dolayı yarım kalıyor.

    Filmin diğer başrolü İzmir ise belki de şimdiye kadar hiç görmediğiniz, bilmediğiniz kenar mahalleleri, bir şekilde kaybeden ama bunu kayıp olarak görmeyenleri, İzmir'i biraz da mecburiyetten koku dahil her şeyiyle kabul edenleri ile farklı bir İzmir/Smyrna portresi sunuyor. Her haliyle güzel memleketim İzmir'in daha çok baş role taşındığı filmlere diyelim...

    Twitter.com/duygukocabayli

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top