Hesabım
    Sıkı Dostlar
    Ortalama puan
    3,1
    4 Puanlama
    Sıkı Dostlar hakkında görüşlerin ?

    2 Kullanıcı yorumları

    5
    0 Eleştiri
    4
    1 Eleştiri
    3
    0 Eleştiri
    2
    1 Eleştiri
    1
    0 Eleştiri
    0
    0 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Alp T.
    Alp T.

    Takipçi 441 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    10 Mart 2018 tarihinde eklendi
    "Oğlunu Irak savaşı sırasında kaybetmiş olan Doc, Vietnam savaşından beri 30 yıldır görüşmediği asker arkadaşları Richard ve Sal ile yeniden bir araya gelir. Doc'un onlardan son isteği ise oğlunu Arlington Mezarlığına birlikte gömmektir. Başta Richard isteksiz davransa da, Sal'ın ısrarı üzerinde üçlü uzun bir yolculuğa çıkarlar ve bu süre içerisinde yeniden yakınlaşma fırsatı bulurlar."

    Yönetmen Richard Linklater ne zaman bir filme imza atsa, kendimi hemen orada buluveriyorum. A Scanner Darkly gibi bir karanlık animasyon filminden Everybody Wants Some!! gibi gençlik filmlerine, Before Üçlemesi gibi romantik bir seriden Boyhood gibi hayatın içinden bir kesit sunan filmlere kadar, Linklater her türlü işe el atabilen ve her filmde ne yaptığını çok iyi bilen bir yönetmen. Ve son filmi Last Flag Flying, bu konuda beni kesinlikle hayal kırıklığına uğratmadı.

    Last Flag Flying, oldukça sade işlenip dramatik bir konuyu ele almasına rağmen aynı zamanda komediyle kurduğu iyi bir denge ile başından sonuna kadar sizi sürükleyecek bir film. Hikayesinin dramatik yüküne rağmen filmde yaşanan hiçbir sahne seyirciyi acındırmaya çalışmıyor, her şey tamamen doğal hissettiriyor.

    Fakat konusunun yanı sıra, Last Flag Flying büyük çoğunlukla bir karakter çalışması. Ki bu da Richard Linklater'ın iyice ustalaşmış olduğu bir alan. Tıpkı Before Üçlemesi'ndeki Jesse ile Celine arasındaki aşk ve Boyhood'da Mason'ın büyümesine tanık olmamız gibi, bu filmde de Doc, Richard ve Sal arasındaki arkadaşlık bağını görüyoruz. Ve bu arkadaşlık öylesine doğal, içten ve bir o kadar da "film icabı" olmadan ele alınmış ki, filmin bitmesine rağmen bu karakterleri izlemeye devam etmek istiyorsunuz.

    Ana karakterleri canlandıran oyuncularsa bu filmde resmen dört dörtlüktü. Steve Carell, normalde canlandırdığı komik rollerin yanı sıra bu filmde gerçekten içten, dramatik bir performansa imza atmış. Laurence Fishburne ve özellikle de Bryan Cranston ise filmin en komik taraflarıydı. Fakat Last Flag Flying, sırf seyirciyi sıkmamak için komik olmaya çalışmıyor. Bu üçlü arasında kurulan diyaloglar sade ve gerekli hissettirirken, tam zamanı geldiği sırada Bryan Cranston'ın karakteri harika bir espri patlatıyor mesela. Birbirinden tamamen zıt oldukları halde arkadaş olan bu karakterlerin birbirleriyle kurdukları muhabbetleri izlemek gerçekten de keyifliydi. Bu filmde bu karakterlerin gelişmesini, birbirine karşı olan arkadaşlıklarını ve bu durumun hayatlarını ne ölçüde değiştirdiğini görüyoruz. Richard Linklater da bunu en gösterişsiz ve sade bir biçimde işlemeyi başarıyor.

    Film hakkındaki tek sorunum muhtemelen süresinden kaynaklanıyor. Yani filmin 125 dakikalık bir süresi var ve film esnasında sürenin uzunluğunu gerçekten hissediliyor. Bu esnada da bazı sahneler gereğinden biraz fazla uzayabiliyor. Festival ortamında bu benim için büyük bir negatif olmasa da, eğer bu filmi ev ortamında izlemeye çalışırsanız biraz sıkılabilirsiniz. Bu yüzden Last Flag Flying, içinizden izleme isteği doğduğunda sizin için tek bir oturuşta bitirebileceğiniz bir film olmayabilir. Bu da muhtemelen film hakkındaki tek sorunumdu.

    Ama genel anlamda Last Flag Flying, harika bir karakter çalışmasıydı. Filmi izlerken bir ekrana bön bön bakıyormuş gibi değil, gerçekten bu karakterlerin hayatına dair ufak bir yolculuğa çıkıyormuş gibi hissettim. Richard Linklater'ın bu tarz filmleri hep doğal anları yakalıyormuş gibi bir araya getirmesi gerçekten de etkileyici doğrusu. Ve Steve Carell, Bryan Cranston ile Laurence Fishburne arasındaki kimya inanılmazdı. Kolayca izlenemeyecek oluşunun yanı sıra, Last Flag Flying gerçekten de etkileyici ve izlemesi çok eğlenceli olan bir deneyimdi. İçeriğinin ufak olmasına rağmen filmin yarattığı etki epey büyüktü. Göz atmanızı kesinlikle tavsiye ederim.

    FİLMİN İYİ YANLARI:

    + Doğal ve sade işleniş.

    + Komedi ve dramın harika dengesi.

    + Richard Linklater'ın yönetmenliği.

    + Steve Carell, Bryan Cranston ile Laurence Fishburne'ın kimyası.

    FİLMİN KÖTÜ YANLARI:

    - Süresinin uzunluğunun biraz hissediliyor olması.

    - Bazı sahneler gereğinden fazla uzayabiliyor.

    TOPLAM PUAN: 8/10
    Turgay Buğdacigil
    Turgay Buğdacigil

    Takipçi 1.888 değerlendirmeler Takip Et!

    2,5
    9 Ocak 2021 tarihinde eklendi
    Senaryosunu da Darryl Ponicsan ile birlikte Ponicsan’ın aynı isimli romanından (2005) uyarlayarak yazan Richard Linklater’ın yönetmen koltuğunda oturduğu “Last Flag Flying”, yeniden bir araya gelen üç eski Vietnam gazisi dostun “uzun ve sıkıntılarla dolu” yol hikayesine odaklanıyor…

    Birilerinin çıkarlarına hizmet eden savaşlara ve o savaşlarda pisi pisine hayatlarını kaybeden insanlara ilişkin olarak verilmeye çalışılan mesajlara ait eleştirilerimizi en sona bırakarak filme biraz daha yakından bakalım istiyoruz…

    Aralık 2003…

    New Hampshire Portsmouth’da yaşayan Larry “Doc” Shepherd (Steve Carell), Salvatore “Sal” Nealon’ın (Bryan Cranston) mekanına girip birasını yudumlamaya başlar ve birden Sal’e, “Hatırlamadın mı beni?” diye sorar…

    Nasıl hatırlamasın Sal “Doc (doktor)” lakaplı 19 yaşındaki genç donanma sıhhiyesini…

    Bar taburesinde oturan O'Toole (Jeff Monahan) dönerek seslenen aynı Sal, Doc ile Vietnam’da aynı devredeydik der…

    Beraberce barda sabahlarlar ve uyanır uyanmaz da Doc’ın Sal’e göstermek istediği “sürprize” doğru yola koyulurlar…

    Vardıkları yer bir Babtist kilisesidir…

    Karşılarında da Sal’in ifadesiyle, eskiden birinci sınıf alkolik, kumarbaz ve çapkın bir serseri olan ancak şimdi cemaatine Pazar vaazı veren Rahip Richard Mueller (Laurence Fishburne) bulunmaktadır…

    Karısı Ruth’da (Deanna Reed-Foster) oradadır…

    Sal, tek tabanca takılan müzmin bir bekar…

    Karısı Mary’i meme kanserinden 2003 Ocak ayında kaybetmiş olan Doc’ın, Larry Jr. (Samuel Davis) isimli bir oğlu da mevcuttur…

    Fakat iki gün önce geçtiğimiz yıl orduya katılan oğlunun Bağdat’ta bir “baskında” öldürüldüğü haberini almıştır ve 30 yıldır görmediği kadim dostlarını asıl bulma nedeni de kendilerinden, oğlu için “Arlington Şehitliğinde” düzenlenecek cenaze törenine katılmalarını istemektir sadece…

    Sal, “tamam” der hemen…

    Mueller’i de Ruth ikna eder ve yolculuk başlar…

    Birden yeni istikamet Dover Hava Kuvvetleri Üssü olur…

    Ulaştıklarında, cenazelerin üsse sabah geleceğini öğrenir ve konaklamak üzere salaş bir otele giderler…

    Ertesi sabah Albay Wilits (Yul Vazquez) cenaze sahiplerini teker teker dolaşarak onlara “tuzu kuru” ABD Başkanının baş sağlığı mesajını iletmektedir…

    Yalnız Larry Jr. ölüm nedeni babasına anlatıldığı gibi değildir…

    Bağdat’ta yaşananların perde arkasını, kıdemsiz Onbaşı Charlie Washington (J. Quinton Johnson) önce Sal ile Mueller’e sonrasında da (Sal’in baskısı ve Albayın izni ile) Doc’a anlatır…

    Ve o andan itibaren de Doc’ın aldığı ani karar üzerine önceden planlanmış olan olaylar dizisinin seyri birdenbire değişiverir…

    Henüz dakika 40 ve geride izlenmeyi bekleyen kimi “komik” (erkekler arası sohbet), kimi de “hüzünlü” anlar içeren 80 dakikalık koskocaman bir bölüm daha mevcut…

    Evet mevcut olmasına mevcut da…

    Gelelim filmde, dünyanın dört bir tarafında fakirlere anlatılan “şehitlik masalı” hususuna…

    ABD’li “petrol tekellerinin” Ortadoğu’daki çıkarlarını korumanın yanı sıra “silah sanayiinin” çarklarının işleyişinin devamını sağlamak amacıyla binlerce kilometre uzaklıktaki bir coğrafyaya savaşmak üzere yoksul aile çocuklarının (gönüllü veya zorunlu olarak) gönderilmesinin adı nasıl “vatan savunması” ve bu uğurda ölmek de “şehitlik” olabilir ki…

    Bir barda Saddam’ı TV de gördüğünde Doc’ın, “Ben bir o iki tane (oğul) kaybetti” dediği ve Başkan Bush’a dokundurduğu sahne bile bu pisliği temizlemeye yetmiyor…

    Peki, filmde düzgün yapılmış hiç mi bir şey yoktu?

    Olmaz mı?

    Eğer hayatı (söyledikleri en basitinden “H2O : Su” gibi her koşul ve evrenin her köşesinde test edilerek kanıtlanabilen) “pozitif bilimleri” kendine rehber edinerek sorgulayanlardansanız, Sal’in Mueller’in gözünün içine baka baka, “cennet” ve “tanrı” kavramlarını masaya yatırdığı sahnelere de tek kelime ile “bayılacaksınız” …

    Henüz izlememiş olanlara, belki konusu için değil ama canlandırdıkları karakterlerin “Jimmy Hightower” adında çok özel bir “sırları” da bulunan Cranston, Fishburne ve Carell üçlüsünün performansları sebebiyle önerebiliriz bu filmi…

    Keyifli seyirler,
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top