Bullet Head eleştirileri

Derli toplu olması sağlanamayarak, girdiği her virajda ilgi dağılmasına yol açan savrulması bir türlü engellenemeyen senaryosunu da yazan Paul Solet'in yönetmen koltuğunda oturduğu “Bullet Head”, gerilim dozu yüksek bir drama olarak geliyor karşımıza...

Gelin isterseniz, görsel efekt ve yeşil perde teknolojileri ile dublör oyuncu performanslarının etkin bir şekilde kullanıldığı; güçlü bir casting ile çekimleri Bulgaristan'da gerçekleştirilen Amerikan yapımı bu filme biraz daha yakından bakalım...

***

Soygun yaparak bir Cadillac ile kaçmakta olan dört kişiden aracın sürücüsü Eddie, yediği kurşunların ardından, direksiyon başında hayatını kaybederken; Stacy (Adrien Brody), Walker (John Malkovich) ve uyuşturucu müptelası Gage'den (Rory Culkin) oluşan diğer üçü, belediyenin neredeyse bir harabeyi andıran terk edilmiş depolama tesisine sığınırlar...

Zaten Eddie'nin ölürken aracı binaya çarparak sıkıştırması sebebiyle bir başka alternatifleri de bulunmamaktadır...

Aynı esnada Stacy, minibüsle gelmesini istediği bir başka sürücüyü (seslendiren Josh Ethier) telefonla arasa da, hava kararana kadar bunun mümkün olamayacağını öğrenir...

Sadece kasayı alıp çıkmaları gereken bir soygunda, yanında silah da getiren Gage; sadece kasayla ilgilenmek yerine uyuşturucu şişelerini çantasına zulalamak gayretkeşliğine de girişince, çatışma çıkmış ve işleri büsbütün arap saçına dönmüştür...

Yaşananlar karşısında tepesi iyice atan Stacy, kısa bir flashback aracılığı ile kız arkadaşı Grace'i (Alexandra Dinu) düşünürken Walker'da; yirmi beş yaşında (Deyan Petrov) olduğu, başarısız bir kasa soygununun ardından, Noel hediyesi olarak kızına bir akvaryum dolusu balığı çalarak evine götürdüğü günlere geri döner...

Ancak akvaryum tuzlu deniz suyu ile dolu olduğundan, sarı renkteki tropik balık dışındaki diğer tatlı su balıklarının tamamının karınları balon gibi şişerek ölmüşlerdir...

***

Yalnız bizim üç kafadar, çok kısa bir süre sonra içinde bulundukları mekanın, bahisçilerce köpek dövüşlerinde de kullanıldığını; çete liderlerinden Blue'nun (Antonio Banderas) ağır yaralanarak dövüşü kaybeden köpeği (Han Solo, Ademar, Curly, Pupstar ve De Niro'nun canlandırdığı) De Niro'nun, kendisini imha ile görevlendirilen tutucusunun (Ori Pfeffer) parçalanmış cesedini gördüklerinde anlarlar...

Zira şimdi de hırlayarak onların peşine düşmüş ve kapısının arkasına sığındıkları bir odaya sıkıştırmış; üstelik de uyuşturucu dolu torbayı, korkudan elinden düşürerek koridorda bırakan Gage, bir uyuşturucu krizine yakalanmışken...

Uzatmayalım...

Torbasını geri almak amacıyla odadan çıkmak istemesine dair ısrarını uzatmasına izin vermeyen Stacy, kafasına attığı sert yumruklar sayesinde bayılttığı Gage'i devre dışı bırakır...

Yoksa odadan çıkmayı becerebilse, aynen vahşi bir yaratığa dönüşmesinde eğitmeni olarak ciddi anlamda katkısı bulunan tutucusu biçiminde; o da, De Niro'ya yem olarak paramparça edilecektir...

***

Tıkılıp kaldıkları odada, kendilerini alacak sürücüyü beklerken Stacy ile Walker geçmişlerindeki anılardan konuşurlar...

Örneğin Stacy, trüf mantarı soygunu macerasından bahseder...

***

Onlar tatlı tatlı konuşurken Gage, bir fırsatını bulup dışarıya çıkarak uyuşturucularına kavuşmuştur...

***

Bu arada elindeki K-9 köpeği Charlie (Champion) ile bir polis de (Jay Bogoslovov) çıkıp gelmesin mi...

Derken...

İki polis (Dimitar Doichinov) daha...

Fakat çok durmaz ve çekip giderler...

***

Uyuşturucu torbasını alan Gage, kapıyı çalarak açtırdığında; kolunu ısırarak yaraladığı Gage'den önce içeriye dalan De Niro, Walker ile Stacy'i önüne katarak kovalamaya başlar...

Öyle ki, benzeri bir koşuşturmaca, odanın dışında da devam edecektir...

Dakika 40...

Geride sizleri, heyecanın hız kesmeden devam edeceği ve mevzuya; bir odada tesadüfen bulunacak olan Blue'nın bahis dolarlarının da dahil olacağı, "ters köşe" sürprizleri de bünyesinde barındıran 53 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...

Keyifli seyirler,