Hesabım
    Damat Koğuşu
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Damat Koğuşu

    “Gerçeği Kadar Ürkütücü ve Karanlık”

    Yazar: Başak Bıçak

    Adalet, hepimizin çok iyi bildiği ama dünya üzerinde yaşayan herkes için değişkenlik gösteren bir kavram. Devletler ve toplumlar her ne kadar hukuk aracılığıyla kendi yasalarını ve adalet anlayışlarını kurmuş olsalar da, yasaların geçersiz kaldığı ve kendi adalet sistemini yaratan bazı yerler var; tıpkı Damat Koğuşları gibi…

    İlker Savaşkurt’un ilk uzun metraj filmi Damat Koğuşu, kendi adalet sistemini yaratan bu yerlerin vahşetine ayna tutuyor. Pek çoğumuzun ismini duyduğu fakat gerçekte içinde neler yaşandığına dair çok azımızın bilgi sahibi olduğu Damat Koğuşlarında, tecavüz suçluları ile namus meselesi yüzünden hüküm giyen mahkûmların bir arada yaşamak zorunda kalmalarıyla ortaya çıkan ilkel adalet sistemini gözle önüne seren yönetmen, henüz ilk filminde böylesi zor bir meseleyi ele alarak büyük bir cesaret örneği gösteriyor ve Damat Koğuşlarını bize “tanıtmakla” kalmıyor, bizi o koğuşların tam ortasına bırakıyor. Hukukun geçerli olduğu alanlarda bile sağlayamadığımız adaleti, cezaevlerinde tesis etmenin imkânsızlığını, çürümüşlüğün boyutunu bize olabilecek en gerçek haliyle yansıtıyor.

    Film, açılış sekansında bir hücrede tanıştığımız Yusuf karakterinin hikâyesi üzerinden şekilleniyor ve yeri ile zamanı belirsiz bir Damat Koğuşuna götürüyor seyircisini. Başlarda yaşananların bir kısmını ima düzeyinde bıraksa da, bilhassa ikinci yarıdan itibaren müthiş bir ivme kazanıyor ve olması gerektiği gibi gerilim dozuyla paralel bir şiddet ekliyor hikâyesine. Çünkü Türkiye gibi, “namus” kavramının haddinden fazla önemsendiği ülkelerde, tecavüz suçlularının hukuk çerçevesinde cezalandırılması yeterli olmuyor. “Namuslu insanlar”, kendi adalet sistemlerini yaratarak, “namussuz insanlara” hak ettikleri cezayı veriyorlar. Ancak Damat Koğuşu’nun burada çok önemli bir soru soruyor: “Namussuz” olarak tanımlanan mahkûmlar ile adaleti tesis eden “namuslular” arasındaki fark gerçekten siyah ile beyaz kadar keskin bir ayrıma sahip mi?

    İşte Damat Koğuşu, tüm bu kavramların birbirine karıştığı, adaletin, yasaların, ahlaklı ve ahlaksızın iç içe geçtiği, siyah ve beyazın olmadığı bir yer ve film, size sadece cezaevlerinde yaşanan acıları göstermek gibi bir misyon üstlenmiyor; aynı zamanda haklı ile haksız, suçlu ile suçsuz arasındaki ince çizginin nasıl kolayca kaybolabileceğini de gösteriyor. Tecavüz suçlularını yermiyor, namus bekçilerini yüceltmiyor; olanları olabilecek en gerçek haliyle anlatarak seyirciyi sorgulamaya itiyor. Cinsel istismarın, tecavüzün ve ensestin bu denli var olduğu fakat herkesin ahlak timsali kesildiği bir topluma ayna tutuyor.

    Tecavüz suçlusu Yusuf’un gözünden anlatılan hikaye, Barış Atay’ın canlandırdığı Hüseyin ve İbrahim Aköz’ün canlandırdığı Adem karakteriyle daha da güçleniyor. Barış Atay’ın oyunculuğuna diyecek yok, her zaman olduğu gibi canlandırdığı karakteri sırtlamayı başarıyor; ancak Adem’e hayat veren İbrahim Aköz’ün ana karakter Yusuf’tan bile rol çaldığını söylemeliyim. Filmin gerilim duygusunu destekleyen, hikayenin en gerçekçi karakterlerinden biri Adem ve inandırıcılığı çok yükseltiyor.

    Hikâyesine uygun bir biçimde oldukça karanlık bir atmosfer tasvir eden Damat Koğuşu, müzikleri ve kamera açılarıyla bu hissi desteklemeyi başarıyor. Alabildiğine vahşi, ürkütücü bir film Damat Koğuşu ve tam da gerçekte olduğu gibi…

    Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com

    https://twitter.com/BasakBicak

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top