Hesabım
    Soluk
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Soluk

    "Soluk bir ilk film"

    Yazar: Onur Kırşavoğlu

    39. İstanbul Film Festivali’nin online gösterimleri ve tek mekanda gerçekleşen açık hava gösterimleri vesilesiyle izlediğimiz Ulusal Yarışma filmlerinden biri de “Soluk” oldu. Özkan Yılmaz’ın ilk film denemesi olan Soluk, son günlerini yaşayan, hayata tutunmayı çok önceden bırakmış bir adam, yalnızlığını ona arkadaşlık ederek çözmeye çalışan bir kadın ve ilginç bir karakter olarak nitelendirebileceğimiz hasta bakıcı arasında geçen iletişime odaklanıyor. Filmin tahliline geçmeden önce, fırsat bulmuşken iki sıkıntılı durumu dile getirmek isterim. Birincisi, ülkede çok az film çekilmesi ve bu filmlerin neredeyse iki sene boyunca festivalleri gezip, her yarışmada yer almaları. İkincisi, özellikle düşük bütçeli filmlerin (bu filmde de gördüğümüz) ses sorunu. Diyalogların çoğunun anlaşılmadığı bu sorun sıklıkla karşımıza çıkıyor ve konsantrasyon eksikliğine sebebiyet veriyor. İkisi için de umarım çözüm yolları üretilecektir ki, bu konuyla alakalı daha geniş bir yazı daha yararlı olacaktır.

    Filme gelecek olursak, büyük bir çoğunluğu Tamer adlı karakterin evinde geçtiği için bir tek mekan filmi diyebiliriz. Bu “soluk” mekanı dolduran da üç ana karakter. Hayatı boyunca huysuz biri olmuş ve son günlerinde bile bundan vazgeçmeyen Tamer, onun arkadaşlığıyla yalnızlığını ve boşluğunu gidermeye çalışan Aslı ve ikisiyle tanışınca hayatı daha çok sorgulamaya başlayan hasta bakıcı Celil. Evin atmosferi de, diyalogların oluşumu da filmin ismi kadar soluk. Filmin başarılı olduğu ender özelliklerden biri de bu atmosferi kurarken kullanılan görsellik ve renkler. İçimizi sıkan, amacı da bu olan ve karakterlerle birlikte film ilerledikçe daha ağır hissettiğimiz o boğulma hissi. Tamer’in eski dostlarını görürken ağzından zorla çıkan kelimeler, Aslı’nın annesi ve abisinden dert yanarken yüksekten hissettirdiği serzenişler ve Celil’in aslında bomboş bir hayat yaşadığını fark ettiği anlar (ya da öyle hissederek vicdanını rahatlatmaya çalıştığı). Kısacası, son dönem sıklıkla karşımıza çıkan ve metropole sıkışmış farklı hayatlar. Bu hayat içinde, bir kadın her iki erkeğin de en büyük beklentisine dönüşüyor. Biri, son zamanlarında sadece onu görünce mutlu oluyor, diğeri ise kapıdan sesini duymak için saatlerce bekleyecek kadar yolunu gözlüyor ama onun aradığı bambaşka bir dünya...

    Filmin en büyük sorunları, kendini çok tekrar eden sahnelere yer vermesi ve diyalogların zayıflığı. Hatta bazıları neredeyse süre doldurmak için yapılmışçasına yapay duruyor. Eskiden yüksek profilli filmler için kullandığımız ama son yıllarda festival filmleri için de dile getirilen ”klişe" sözcüğünün karşılığı manevralar da olunca filmi totalde zayıf bir sonuca götürüyor. Karakterlerin her şeyin önünde olduğu bir filmde karakterlerin altının doldurulması elzem. Bu noktada da bazı boşluklar mevcut. Aslı ve Tamer’in kurdukları iletişimin her ne kadar klişe de olsa tutar tarafı var ama Celil karakteri için aynı şeyleri söylemek güç. Mezarlıklarla haşır neşir büyümüş olan Celil’in insanları son yolculuğuna uğurlamak için bir meslek edinmesi ve yine onlara mezara kadar eşlik etmesi güçlü bir detay ama ailesine olan tavrı, Aslı’ya karşı olan hislerinin muğlaklığı ve görece garip hal ve hareketleri inandırıcılık sorunu yaşatıyor. Aslı’nın sosyal bir ortama girdikten sonraki dönüşümü de biraz bu sorunu yaşıyor diyebilirim.

    Filmde, Albinoni’nin Adagia G Minor adlı eserini, Manchester by the Sea filmindekine benzer bir sahneyle duyuyoruz. Bu küçük gönderme (ya da ben öyle algıladım) hoş bir detay olarak hafızamda yer edecek. Bu küçük anekdot sonrası filmin en büyük teknik sorunu olan “ses”e gelelim. Yazının başında da belirttiğim gibi, son yıllarda özellikle düşük bütçeli filmlerde bu sorun karşımıza sıklıkça çıkıyor. Filmin setinde mi yoksa mix işçiliği kısmında mı bir sorun var bilinmez ama diyalogların çoğunda bir kayıp olduğu aşikar. Belki de online izlemede bir uyuşma problemi vardır ya da ses testleri sinema salonuna göre yapılmıştır ama birçok filmde bu sorunla karşılaşınca tesadüf gibi gelmiyor. Bu da konsantrasyon düşürücü bir bonus olarak karşımıza çıkıyor. 

    Son tahlilde, Soluk filminin bir ilk film olduğu için şiddetle olmasa da zayıf olduğunu söylemek yanlış olmaz kanaatindeyim. Karakterler üzerinden bir derdi var ama bunların aktarımında, belki de diyaloglardan kaynaklı bir yapaylık mevcut. Oyuncu performanslarında ise, genç oyuncular özelinde, en azından umut vaat eden anlar görebildik. Aslı İnandık’ın performansı komedyenlerin, komedi rollerini daha çok üstlenen isimlerin dramada çok rahat olabildiklerine bir örnek teşkil edebilir. Emrullah Çakay ise karakterinin eksiklerine rağmen iyi bir performans ortaya koymuş. Uğur Polat bildiğimiz gibi ama biraz farklı rollerde de görmek isteriz. Son bir not olarak da festival filmlerinin genel anlamda çok zayıf olduğunu belirterek vereyim. Umarım başta da belirtiğim sorunla bu durum birleşir ve hem sayı, hem kalite düzeyinde bir artış yakalayabiliriz.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top