Hesabım
    Chicago
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Chicago

    Sahne Tozundan Beyazperdeye: <b>Chicago</b>

    Yazar: Zafer İlbars

    Eğer bir sanat eseri ait olduğu zeminden bambaşka bir zemine oturtuluyorsa ve o sanat eseri yeni anlatım olanaklarıyla daha zengin bir gerçekliğe kavuşuyorsa başarılı demektir. Ele alacağımız Chicago müzikalinin sinemaya adapte edilmiş hali bu anlamda tereddütsüz başarılıdır diyebiliriz.

    Chicago müzikali Broadway'deki adresinden Hollywood'a taşındıktan sonra, anlamına ve çekiciliğine olan ilgiyi biraz daha arttırdı. Sahne yapıtlarının global dolaşımının sinemaya oranla yok denecek kadar az olduğunu düşünecek olursak, yedinci sanat kitlelere ulaşma ve etkileme gücündeki farklılığı bir kez daha kanıtlamışa benziyor. Daha Kırmızı Değirmen'in yarattığı etki henüz hafızalardan silinmemişken, Chicago da kendine has öz ve biçim özellikleriyle müzikal türüne olan ilgiyi arttırmak yolunda üstlendiği görevi başarıyla yerine getirmiş durumda.

    Chicago'nun en çarpıcı yanı, genel anlamda tematik ağırlıktan çok biçimsel zenginliğe önem veren bir tür olarak bilinen müzikalin sınırlarını tartışmaya açması. Kendisinden beklendiği gibi gerek oyunculuk performansı, gerek görsel anlatımıyla zaten üzerine düşeni yapan film, aynı zamanda tematik anlamda dile getirdikleriyle de ilgi çekiyor. Ancak bu anlamda işin posasını çıkarmadığı da bir gerçek. Eğer bu derinliği biraz daha kulaçlamış olsaydı, sıkıcı bir film ortaya çıkabilrdi.

    "Şöhreti bulmanın ve korumanın yolları" şeklinde özetleyebileceğimiz bir ana temanın ekseninde ilerleyen film, giderek çok güçlü yan temalarla zenginleşmeyi başarıyor. Bu anlamda film salt bir şöhret eleştirisi değil. Amacına ulaşmak için her yolu deneyecek kadar kararlı görünen Roxie Hart'ın şizofrenik olarak tanımlayabileceğimiz dünyasında kurguladığı toz pembe alem ile yaşamaktan memnun olmadığı kuru gerçekliğe sahip yaşamı arasındaki simultane doku, karakterin şizofrenik ruh hali ve ihtiraslı motivasyonunun ne kadar geniş sınırlara sahip olduğunu belgeliyor.

    Bu anlamda düşsel bir uzam olarak canlanan sahnedeki hareketlilik ve bizi aniden o hareketlilikten koparıp hayatın yavan katına indiren gerçeklik arasındaki uçuruma şahit olabiliyoruz. Roxie karakteri gerçek ve hayal arasında oluşan derin uçurumun kenarında sallanıp duruyor. Olayları onun açısından izlediğimiz için bir anlamda onun düşlerine ortak oluyoruz. Düş dünyası bu kadar devingen ve renkli olan Roxie'nin hayallerinin yarattığı buhranlı motivasyon şöhrete ulaşmak için elinden geleni ardına koymayacağını kanıtlıyor. En yakını olması gereken pasif ve hımbıl kocası da idealindeki hayatı karşılayamayacak bir figür olduğu için gerçekleştirmek istediği kaçışı kendisine göre haklı kılar nitelikte.

    Şöhrete ulaşmak için basamak olarak kullandığı kişi tarafından kullanılan ve dişilik kozunun ters tepmesini hazmedemeyen Roxie, kafasında inşa ettiği şöhret kurgusu yerle bir edilince yapılabilecek en çılgınca davranışı sergileyerek bir cinayet işliyor. Dönemin ünlü dansçısı Velma Kelly'nin de işlediği cinayetin ardından gündemi daha da meşgul etmesi de bunda etkili oluyor. Bu noktadan sonra devreye hukuk, adalet ve basının hastalıklı gücü giriyor.

    Kıvrak bir zekaya sahip avukat, suçlu kadını yarattığı imajla masum kılığına büründürüyor. Magazin basını ise hapse düşen bu kadına büyük ilgi gösterince suçluluktan masumiyet konumuna yükselen Roxie, hukuğun ve basının taktığı özgürlük ve şöhret kanatlarıyla uçmaya başlıyor.

    "Şöhret" kelimesinin akıllarda yarattığı renkli ve albenili imaja uygun olan inanılmaz zenginlikteki sahneler, standart bir filmde didaktikliğe kaçarak sıkıcı olabilecek diyalogların güçlü bir müzikal anlatımla keyifle izlenebilir olması, alışılagelenin dışında seyreden teatral oyunculuk performansları, müzikal türün sınırlarını tartışmaya açmış olması, sahnelerin teatralliğin bir getirisi olarak epizodik gelişimi, sahneler arası geçişlerin en az kurgu kadar başarılı olması filmin başarısındaki etkenler.

    Şimdi sinemaseverlerin beklentisi; Kırmızı Değirmen'in yarattığı rüzgarı fırtınaya çeviren Chicago'nun yükselttiği çıtayla, benzer türde yeni yapımların ortaya çıkmasına ilham ve cesaret vermesi. Seyirciden sonra akademi de müzikallere ısındığına göre arayı soğutmanın hiçbir anlamı yok.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top