Hesabım
    Düşler, Tutkular & Suçlar
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    5,0
    Kusursuz!
    Düşler, Tutkular & Suçlar

    <b>Düş</b> Tarlasında <b>Tutku</b> Hasatı

    Yazar: Zafer İlbars

    1968 Paris'indeyiz. Sokaklar devrim haykırışıyla çalkalanırken, bohem bir ailenin evinde üç genç arzularının kontrolünde bir oyun oynuyorlar. Kendilerini sınırları zorlayan bir sapkınlığın kontrolüne bırakmış durumdalar. Bu sunum filmin rotasını hemen belli ediyor. Bertolucci filmin kapladığı alanı içerisi ve dışarısı olarak ikiye ayırıyor. Bu şekilde, birbirine bağlı simbiyotik bir paralel akışla olanları izliyoruz.

    1968 yılı, kendi başına filmin tematik anlamda yaptığı tercihi zaten kanıtlamaya yetiyor. Tutkulu cinselliğin ve yavaş yavaş kontrolden çıkarak dramatik bir hal alan sapkınlığın dönemin özgürlük ortamına göndermeler yaptığı bir gerçek. Bertolucci bu anlamda göndermesini güçlü kılabilmek ve attığı tokatın suratlarda iz bırakabilmesi için müstehcenliğin sınırlarını zorlamaktan çekinmiyor. Evin içinde olanlar iç dünyaya yönelik ve dönemin karmaşık psikososyal yapısına dair saptamanın eleştirel bir uzantısı. Olanca düzgünlüğüyle bize tanıtılan saf Amerikalı gencin değişim dönüşümündeki ilerleyiş insan doğasının dayanıksızlığını gözler önüne seriyor. Sosyal ve entelektüel tarafını aldığı eğitimle inşa etmeye çalışırken, her insanda olduğu gibi doğasında bulunan hayvan kışkırtıcılar aracıyla bir anda ahırdan dışarı çıkıyor. Dahil olduğu psikolojik oyun, eylem gücünü farklı bir tarafa kanalize etmesine yol açıyor.

    Film, politikayı ve erotizmi aynı düzlemde vermeye çalışıyor. Fakat erotizm tarafı politik tarafına göre çok daha ağır basıyor. İç dünyalara yapılan yolculuk son derece detaycı, hesaplı, cesur ve cüretkar olsa da dışarıya yönelik anlatılar ve yorumlar kavruk kalıyor. Elinde orak çekiçli bayraklarla yürüyen donuk figüranlar aracılığıyla devrim istemini anlatmak klişesiyle Bertolucci gibi bir yönetmen nasıl yetinebilmiş anlamak mümkün değil. Yönetmen arka plan olarak bellediği çalkantılı Fransa'yı gereğinden çok dışarıda bırakmış.

    Bu ihmal ediş bilinçli olarak da yapılmış olabilir aslında. Yönetmenin niyeti, filmin salt bir sapkınlık olarak kabul edilmesine yol açabilecek kadar cüretkar olmamasını sağlayacak dengeyi bulmak, bunun için dönemin politik zenginliğini en asgari şekilde kullanarak çözüme ulaşmak olabilir. Malzemeyi dozunda kullanmak adına aslında anlaşılabilir bir tutum da sayılabilir bu. Ama bu bazı açılardan filmin kuru ve hatta ruhsuz olmasını maalesef engelleyemiyor. Bilinçli bile olsa bu ihmal ediş çok daha ustaca bir kamuflajla bertaraf edilebilirdi. Sokakların fokurdayan görüntüsünü basit bir müsamere rejisiyle geçiştirmek pek de kabul edilebilir bir durum değil.

    Üç gencin bir labirentten diğer labirente geçerek oynadıkları oyunun en renkli yanını, evin içinde cereyan eden olaylarla geçmişin siyah beyaz filmlerine geçişler oluşturuyor. Bertolucci'nin bence filmde vermiş olduğu seyirciye yönelik en büyük ödül bu. Bir yandan filmin gerçekliğiyle uyum sağlamaya çalışırken, diğer yandan Jean Seberg, Greta Garbo ve Marlene Dietrich gibi yıldızların siyah beyaz görüntüleri sarmalayıveriyor sizi. Filmde bu yıldızlar ve oynadıkları roller o kadar fetişleştiriliyor ki bu düşkünlük sembolik bir masturbasyon sahnesine kadar uzuyor. Esrikliğin yavaş yavaş kontrolden çıkarak sapkınlığa dönüşmesine bu sembolik sahne aracılık ediyor.

    Karakterlerin zengin, eksiksiz ve işlevsel oldukları ise muhakkak. Sadece bedende kalmayan, ruhlara da yansıyan cömert bir çıplaklık var. Aslında filmin pornografik öğeleri ruhsal anlamda ortaya serilen çıplaklıkta kendini belli ediyor. Özellikle iki kardeşin ilişkilerindeki kural tanımazlık başlangıçta süper egosu çok güçlü olan Amerikalı yeni arkadaşlarının değişimindeki sürece dair yaptığımız şahitliğin daha kesin olmasına yol açıyor.

    Bertolucci'nin kullanmayı çok sevdiği temaları tek bir filmde kullanarak kendi yönetmenliği açısından değişik bir egzersiz gerçekleştirdiği apaçık ortada. Tutkunun her kareye sindirildiği bu filmde özellikle genç oyuncuların yakalamış olduğu kimya, zaman zaman fokurdayan aşırılığını hazmetmemizi kolaylaştırıyor. Hikaye, kafiye uyumunu reddederek yazılmış esrik ve kural tanımayan şiirlere benziyor. Seyirci beklentisi açısından bir görüş bildirmek gerekirse şunu rahatlıkla ifade edebiliriz: Film ne popcorn takviyesiyle izlenebilecek kadar hafif, ne de düğmeleri iliklenmiş bir takım elbiseyle izlenebilecek kadar ciddi.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top