Hesabım
    Üç Defin
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Üç Defin

    <b>3 Defin</b>, 3 Erkek

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Emile Ajar'ın Onca Yoksulluk Varken'ini okuduğum günden beri Momo'nun, Madame Rosa'nın cansız bedeninin yanında günlerce uyuması, onu güzelleştirmek için makyajını yapması, üzerine parfümler sıkması aklımdan çıkmıyor. O zamanlar, sevgi bu olsa gerek dediğimi hatırlıyorum. Birini sevmenin tanımı, onun cansızlığına inat ederek onu hayatta tutmaya çalışmak olmalı.

    Bugün aynı sahneye tekrar baktığımdaysa Momo'nun, Madame Rosa'nın ölümünü mü, yoksa kendi yalnızlığını mı ritüelleştirdiğini anlayamıyorum. Sanırım bilerek ya da bilmeyerek her iki duyguyu da yüceltiyordu davranışlarıyla. Madame Rosa'yı zihninde canlı tutabilmek, ona yüklediği hayali özelliklerin kaybolup gitmesine izin vermemek için cesedinin başında nöbet tutuyordu. Onu uğurlamak için bir merasim yaptığını sansa da, bu merasimin amacı, aslında öleni uğurlamak değil, onu ait olmadığı yanılsama bir dünyanın, pek de masum olmayan bir çocuk oyununun içine çekmekti galiba.

    Modern bir western olarak sınıflandırabileceğimiz 3 Defin de, bizleri duygusal olarak benzer derinlikte bir uğurlama merasimine götürüyor. Film, dağlık ve kurak bir arazide, Melquiades Estrada'nın ölü bulunması ile açılıyor. Arkadaşı, Melquiades Estrada'ya yoğun bir sevgiyle bağlı olan Pete Perkins, katili bulmak için kapsamlı bir araştırma yürütüyor. Pete'in bu araştırma boyunca harcadığı çabaları ve çektiği acıları izledikçe bütün öykünün sevgi ve bağlılık duygusunu yüceltmek için kurulmuş olduğunu sanıyoruz. Pete Perkins, katil Mike Norton'u bulduğundaysa, şiddetli ve eziyet dolu bir kaçırma süreci başlıyor.

    Mezardan çıkarılan Melquiades Estrada'nın ölü bedeni, bu işkence yüklü kaçırma olayıyla birleşmesi, duygusallıktan ve sadakatten uzak, insanlık dışı bir yolculuğun habercisi oluyor. Biizler de, öykünün sevgi ve bağlılık duygusu üzerine vurgu yaparak devam edeceğini düşünerek yanıldığımızı zannediyoruz. Fakat 3 Defin'in şahane kurgulanmış senaryosu, başarılı yönetmeni ve oyuncu kadrosu bir araya geldiklerinde, hikayede varolan fiziksel ve psikolojik şiddete rağmen film, insancıl ve neredeyse romantik bir öyküye dönüşebiliyor.

    Gidişatı, bir olay örgüsünden çok, karakterlerin belirli durumlar karşısında verdikleri tepkilere dayanan 3 Defin, aslında tamamen karakterlerin tekelinde. Bu nedenle de, karakterler neredeyse canlı birer birey gibi varolmak ve senaryoyu yazan kişiye, filmin nereye gideceğini söylemek zorundalar. Eğer ki, yazan kişi tarafından iyi tanınmazlarsa da, kişiliklerindeki en ufak bir açıkla bile bütün filmin gidişatını bir anda mahvedebilecek güçteler. Guillermo Arriaga'nın kaleminden çıkan Pete Perkins ve Mike Norton da, bu nedenle itinayla çizilmişler. Melquiades Estrada ise filmin gidişatına etki etmemek için bilerek bir hayali kahramana dönüşmüş.

    Arriaga, kimin nerede ne diyeceğinden, ne düşüneceğinden öylesine emin ki, film, en kontrolsüz olay esnasında bile yolunu kaybedip çığırından çıkmıyor. Bu durum da, izleyiciye filmin içinde olup biten her şeyin büyük bir gücün kontrolü altında olduğu hissiyle beraber muhteşem bir güven aşılıyor. Bu güvenlik duygusu, filmin devamında neler olacağını tahmin edemesek bile, bizleri hiçbir zaman istemediğimiz bir yere götürmeyeceğinden emin olmamıza ve kendimizi filme öylece bırakıvermemize sebep oluyor. Filmin işini bilen, emin ellerde ilerlediğini hissediyoruz. Bu da, 3 Defin'i, tamamı dağlık arazilerde geçen görsel öykünün bütün durağanlığına rağmen merak uyandırıcı ve sürükleyici yapıyor.

    Bütün bunların yanı sıra, filmin içinde duyguların bastırılması ve istemsizce su yüzüne çıkması ile ilgili öylesine güzel bir çatışma var ki, tek başına bile filmi izlenmeye değer kılabilir. Öncelikle filmin içindeki bütün karakterler, başta Pete Perkins ve Mike Norton olmak üzere, ilk dakikalarda, erkekliklerine toz kondurmamak istercesine, duygularını ört pas etmeye niyetlenen, "Bütün zayıf yanlarımı nereye gizlesem de, kimseler farkına varmasa." diyen bir tavır içindeler.

    Lakin filmin ilerleyen dakikalarında, Arriaga'nın kurgusu sayesinde öyle anlamlı zamanlarda seyirci karşısına çıkıyorlar ki, zayıf ve duygusal yanlarını gizlemeleri imkansızlaşıyor. Belki hikaye gerçekliğinde, onların bu melankolik yüzlerini kimseler görmüyor. Tommy Lee Jones'un kamerası da, kurguya benzer bir ritimde hareket ederek, birbirinden başarılı kamera açıları ve yakın planlarla karakterlerin iç dünyalarını izleyenlere sunuyor. Böylece seyirci, sanki karakterlerin kendi başlarına kaldıkları özel anlara, herkesten gizlemeye çalıştıkları yüz mimiklerine, baskın yapmış oluyor. İlk başlarda sözünü ettiğimiz duygusallıktan uzak şiddete yakın manzara darmadağın oluyor.

    Karakterlerin birbirleriyle süregelen çatışmalarına, bir de iç çatışmaları ekleniyor. Böylelikle filmin sürükleyiciliğini ellerinde tutan karakterler, daha da renkleniyor. Keza, başlangıcında son derece erkeksi bulduğumuz 3 Defin, ilerleyen dakikalarda, bütün tekinsizliğine karşın sıcak ve insancıl bir havaya bürünüyor.

    3 Defin, kaybedilenin acısını, Momo'nun Madame Rosa'nın cansız bedenine bağlandığı gibi artık kendilerine ait olmayan bir geçmişe sıkı sıkıya bağlanarak telafi etmeye çalışan, yanılsamaların içine çekilip, kendi yarattıkları romantik bir kader anlayışının içinde daireler çizen karakterleriyle muhteşem bir anlam derinliğine sahip. Tommy Lee Jones ve Barry Pepper'ın, tam anlamıyla Pete Perkins ve Mike Norton'a dönüştükleri performanslarıyla akıllara kazınacak, son zamanların en duygu yüklü filmlerinden biri bana kalırsa.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top