Hesabım
    Goya’nın Hayaletleri
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Goya’nın Hayaletleri

    Goya’dan Daha Fazlası...

    Yazar: Zafer İlbars

    Milos Forman, özellikle biyografi türünde verdiği örneklerle takdirimizi kazanmış bir yönetmen. Mozart'ın hayat hikayesini anlattığı Amedeus ve Andy Kaufmann'ın yaşamını beyazperdeye aktardığı Aydaki Adam ilk akla gelen örnekler.

    Son filmi Aydaki Adam'ın üzerinden 7 yıl geçtikten sonra Goya'nın Hayaletleri ile yeni bir biyografi filmi daha çektiğini düşündük Forman'ın. "Düşündük" diyorum, zira film ünlü İspanyol ressam Goya'nın adından alıyor yükünü. Ama gelin görün ki karşımızdaki film tam anlamıyla bir biyografi filmi değil!

    Daha doğrusu film tek başına Goya'yı konu alan bir film değil. Derdi daha çok Goya'nın yaşadığı dönem İspanya'sını ve bu dönem üzerinden insanlık ahvallerini anlatmak... Bunu, merkezine aldığı farklı karakterler üzerinden bize aktarıyor. Yani Goya aslında filmin ana karakteri değil. Hatta diğer karakterlerin yanında ilgi çekiciliği çok arka planda kalıyor. Bu tercihi yönetmenin bilinçli olarak yaptığını film ilerledikçe daha iyi anlıyorsunuz.

    Film insanlık tarihinin en utanç verici sayfalarından birisini oluşturan engizisyon İspanya'sını anlatıyor. Gerek kararları, gerek siyasi ve dini erki nedeniyle adından çok bahsettiren İspanyol engizisyonu nedeniyle, 18.yüzyıl Avrupa'sının en geri kalmış ülkesi olan İspanya'da dinin insan yaşamına nasıl biçim verdiğini izliyoruz. Dönemin aydınlanma hareketlerine sırtını dönen ülkede yaşayan bir sanatçı, gizemli ve kurnaz bir rahip, Goya'nın güzeller güzeli ilham perisi olan genç bir kadının yaşamları üzerinden karanlık bir döneme tanıklık ediyoruz. Film basit bir biyografik eser gibi yansıtılmamakla birlikte, engizisyonu da didaktik biçimde tanımlama kolaylığına kaçmıyor.

    Yaşadığı dönemde resim sanatında büyük yankı uyandırmış olan Goya, engizisyonun cehenneme çevirdiği hayatların da en büyük tanıklarından biriydi. Ama beklendiği gibi ünlü ressamın tanık olduğu tarihsel olaylar, ressamın psikolojisi merkeze alarak incelenmiyor. Goya resimleri ve sanatıyla bir nevi gazeteci gibi, İspanya'nın kanlı dönemini, vicdanları sızlatan insan acılarını yansıtıyor.

    Devlet işleyişine, dini baskı ile oluşan toplumsal buhranlara, kişiler özelinde çaresizliğe, ölüme ve acıya dek tüm durumlar işleniyor. Bu, filmi klasik bir dönem filmi olarak değerlendirmememizi gerektiriyor. Alışıldık bir biyografik anlatımı tercih etmeyen yönetmen, bu tutumunu yansıttığı dönem üzerinde de sürdürüyor. Filmin tematik anlayışı ve ilerleyişi, görselliğiyle de denge kuruyor.

    Film sinema eseri olarak yetkin bir yapım. Gerek anlatımıyla, gerek görselliği ile büyüleyici bir etkisi var. İçerik konusunda da Forman'ın önemli müdahalelerini görüyoruz. Acılar ve işkencelerle geçmiş bir dönemi anlatmak için tanınmış bir sanatçıyı kullanmayı seçerek, daha önce defalarca işlenmiş ve basmakalıp hale gelmiş Yahudilik kavramını farklı bir şekilde anlatmaya çalışıyor. Kendisi de Yahudi olan ve daha önce bunun üzerinde pek durmayan Forman'ın böyle bir tercihi yapmış olması da ilginç tabii.

    Filmi iki bölüme ayırabiliriz. Güçlü bir rahip tarafından, toplumsal değerlere aykırı davranışla suçlanan ve büyük bir skandal yaratan Ines'in engizisyona girmesi ve çıkamaması sürecinde yaşananlar ilk bölümü oluşturuyor. İşkenceler, acılar içersinde geçen 20 koca yılın ardından İspanya Kraliyet ailesi ve engizisyon, Napolyon'un baskınıyla paramparça olunca, Ines de pek çok mahkum gibi serbest kalıyor.

    Film bu noktadan itibaren ikinci devreye başlıyor. Zorlukların ve güçlü inançların adamı rahip Lorenzo'nun değişimi de bu iki devreyle birlikte gerçekleşiyor. Aynı zamanda Goya'nın sağırlaşması da. Yani karakterlerin yaşamlarındaki büyük değişimler planlanmış bir şekilde, birbirine paralel olarak, ikinci devre diye tanımladığımız süreçte gerçekleşiyor. Filmin ikinci yarısında karakterlerde gördüğümüz olumsuz değişimlerle birlikte zaman zaman koyu bir melodram tadı da almaya başlıyorsunuz.

    Engizisyonun katılığı, acımasızlığı, insafsızlığını izlerken, bir yandan da tuhaf bir yumuşaklığı da fark ediyorsunuz. O da insanların işkencelere maruz kalırken, çektikleri büyük acıdan kurtulmak için sadece karşısındaki insana duymak istediği şeyleri itiraf ederek bu acıdan kurtulabilmesi.

    Bu kadar basit aslında her şey! İtiraf et ve kurtul! Basit ve ucuz bir suçlama karşısında, kısa bir itirafla kurtulması mümkün olan genç bir kadının gururlu duruşunun karşısında, bir rahibin kısa süreli bir işkence karşısında hemen çözüldüğünü görmek, ardından aynı insanın farklı bir düşünce yapısına sahip olmasıyla acıyı ölene dek göğüslediğini görmek oldukça anlamlı. Bir yanda dogmaları savunurken uygulanan işkence karşısında sergilenen yanar dönerlik, öte yanda kabuk değiştirip yaşayarak benimsenmiş ve savunulmuş değerlerin inkarı için yapılan baskılar karşısındaki erdemli duruş.

    Dönem filmlerinin bazı kişilerde olumsuz düşünceler yarattığı bir gerçek... Bunun nedeni, gerçekleri yansıtmak yolunda es geçtikleri insan hikayeleri ve dramatik olanın ağırlıklı olarak toplum panoramasına dayalı olması şüphesiz. Ama Goya'nın Hayaletleri bu anlamda farklı bir film. Geçtiği dönemi hantal mesajlar vermek için gözümüze sokmuyor ve ölçülü bir dekor gibi kullanıyor. Javier Bardem, Natalie Portman ve Stellan Skarsgarg gibi ayrı coğrafyalardan çıkma üç başarılı oyuncunun uyumlu oyunculukları da, film öncesi oluşan merakımızı fazlasıyla gideriyor.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top