Hesabım
    Avukat
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Avukat

    2007 Bitmeden...

    Yazar: Oktay Ege Kozak

    Avukat'tan bir diyalog:

    "Ben düşmanın değilim."

    "O zaman kimsin?"

    Avukat, uzun zamandır gördüğüm en etkileyici açılış ve kapanış jeneriğine sahip. Kapanış jeneriğini en basit çapta incelemek için film hakkındaki bazı önemli detayları açıklamam gerekeceğinden açılış jeneriği ile başlayalım. Uzun planlar ile bir gökdelenin tepesindeki milyarlarca dolarlık bir avukatlık şirketi'nin temizlikçiler tarafından hazırlanan boş odalarını izliyoruz. Bu mütevazı çekimler sırasında milyonlarca dolarlık bir şirket davasını savunurken ciddi bir sinir bozukluğu geçiren savunma avukatı Arthur Edens'in, kendi avukatı Michael Clayton'a bıraktığı, büyük şirketlere karşı tezini şuursuzca ortaya atan, nefret ve hiddet dolu telefon mesajını dinliyoruz.

    Teknik bakımdan basit bir açılış, ama filmin tonunu ve mesajını ilk karelerinde hedefe oturtuyor: Her sene tonlarca dolar kazanan, gerçek anlamda dünyanın tepesine yerleşmiş mega şirketler, eninde sonunda insanlar tarafından kontrol ediliyor. Her insanın içinde ister istemez bulunan suçluluk ve şefkat duyguları, çalıştıkları şirketler yüksek miktarda kar ettiği sürece örtbas edilebilir. Ama bu karın limiti ne? Ve bu duygular nereye kadar kontrol edilebilir? Yaptığımız bazı seçimlerin para kazandırmasına rağmen yüzlerce masum insanı öldürdüğünü biliyorsak, kendi vicdanımız araya girmeden bu gerçeğe ne kadar sırt dönebiliriz?

    Arthur Edens, bu tür bir iç çatışmadan yakınıyor. Multi-milyar dolarlık tarım şirketi U/North, kar yapmak amacıyla ürünlerinde yüksek oranlarda zehirli madde bulundurması sebebiyle yüzlerce müşterisini zehirleyerek öldürür. Edens, suçlu olduklarını bilmesine rağmen U/North'u savunmakla yükümlüdür. Ta ki davanın ortasında zihnini kaybedip, çırılçıplak soyunarak davacı genç kıza aşkını ilan edene kadar.

    Bu skandalı örtbas etmek için Edens'in avukatlık şirketi, en iyi "tamirci"si Michael Clayton'u, avukat arkadaşının aklını başına getirmekle yükümlendirir. Edens'ın elindeki hükmedici kanıtları U/North'a karşı kullanmaya karar vermesi ve U/North'un Edens'ı susturmak için alışılagelmişin dışında yöntemlere başvurması, hayatı boyunca soğuk bir tarafsızlığın arkasına sığınan Michael Clayton'un, önemli bir vicdan seçimi yapmasına, yani Michael Edens ile aynı ikileme girmesine yol açar.

    Avukat, bir çok eleştirmen tarafından "John Grisham uyarlaması olmayan en iyi John Grisham filmi" tarzı bir övgü alıyor. Kanımca bu yanlış bir benzetme. Şu günlerde İtalyan pizzacılar hakkında komedi kitapları yazmakla meşgul Grisham'ın, konu bazlı, stilize ve şok edici sürprizler, entrikalar ve melodramatik dava sahneleri ile dolu kitaplarının aksine Avukat, aslında gayet basit bir hikayeye sahip. Karmaşık olan hikayenin etrafını saran insanlar. Avukat, soğuk ve prosedür odaklı dış görünüşünün içinde olabildiğince hümanist bir film. Bu bakımdan Şebeke ve Syriana gibi başyapıtlarla karşılaştırabilir. Sonuçta Şebeke için medya, Syriana için ulusal politika ne ise, Avukat için büyük şirketler o.

    Arthur Edens, zihnini kaybettiği anda aynı zamanda bariz bir zihin açıklığı yakalaması ile en kolay sempati duyabileceğimiz karakter. Diğer yandan Michael Clayton, başarılı iş hayatının aksine kişisel ve finansal hayatı yerle bir olmuş, müşterilerinin yaşamlarını düzene sokmakla hükümlü olmasına rağmen, kendi hayatına bir türlü tutunamayan trajik bir figür. Buna rağmen zaman ilerledikçe Clayton'un kendi ruhunu kurtarması için dua ediyoruz. Her hangi bir filmde hikayenin ana kahramanlarına sempati duymamız normal. Avukat'ın en ilginç yanı, filmin ana kahramanlarının iç yaşamlarına inerek iki tarafında bütün kusurları ile insanlardan oluştuğunu hatırlatması.

    Arthur Edens'in yarattığı karmaşayı olabilecek "bütün" yöntemleri kullanarak alaşağı etmekle görevli, U/North'un başarılı kadın yöneticisi Karen Chowder'ı ele alalım. Chowder'ın yaptığı bazı dehşet verici seçimler ona nefretle bakmamıza yol açabilir. Ama Avukat, seyirciye bu denli siyah ve beyaz bir cevap vermekten kaçıyor. Filmin en dahiyane sekansları, Karen Chowder'in görsel ve duygusal bakımdan olabildiğince korumasız göründüğü, otel odasında bir kaç saat içinde vereceği bir röportajda yapacağı konuşmayı takıntılı bir biçimde üst üste tekrarlaması üzerine kurulu. Bu sahnelerin asıl röportaj ile ileri geri kesilmesi, soğuk ve sert dış görünümünün altında, yüksek oranda stres ve kendine güvensizlikten yakınan, sinirleri darmadağın olmuş bir kadının varlığını ortaya koyuyor.

    Kendini korumak için en iyi arkadaşlarını feda etmekten korkmayan, avukatlık şirketinin sahibi Marty Bach bile sonlara doğru yaptığı seçimlerden yakınan, pişmanlık dolu bir karaktere dönüşüyor. İlginçtir ki, film boyunca sadece iki kiralık katil, sorunsuz ve titiz bir iş ahlakına sahipler.

    Michael Clayton rolünde George Clooney, sakin görünüşünün altında patlamaya hazır bir bomba misali, nüanslı olduğu kadar kontrollü performansı ile bir kez daha unutulmaz bir karaktere imza atıyor. Arthur Edens'ı canlandıran Tom Wilkinson, duygu yüklü performansı ile Peter Finch'in Şebeke'de ölümsüzleştirdiği Howard Beale karakterinden beri ilk kez bu denli hayat dolu bir "deli peygamber"i ekrana aktarıyor. İçinde bulunduğu her filmin doyuruculuk seviyesini otomatikman %20 arttıran, son yılların en saygıdeğer karakter oyuncularından Wilkinson'u, bu kadar dolu bir rolde izlemek büyük bir zevk.

    Konu Karen Chowder rolünde Tilda Swinton'a geldiğinde ise, Swinton'un karakterine getirdiği limitsiz profesyonelliğe şahit olmak için yukarıda bahsettiğim sahneleri izlemeniz yeterli. Güçlü bir şekilde elden geçirilmiş, olabildiğince üç boyutlu bir karakter yaratmak amacı ile kendini ekranda bu kadar aşağılamaya meyilli başka bir aktris düşünemiyorum. Clooney, Wilkinson ve Swinton üçlüsünün Oscar zamanı gelince hatırlanması şart.

    Avukat, entrika ve aksiyon dolu Bourne serisinin yazarı Tony Gilroy'un ilk yönetmenlik denemesi. Filmin gri ve soğuk görsel paleti Bourne filmlerini hatırlatsa da, benzerlikler burada bitiyor. Gerilim ve aksiyon dolu her sallantılı karesi ile seyircinin duyularına çekiçle vuran Bourne'un aksine Avukat, daha yavaş ve durağan bir görsel ritme sahip. Gilroy'un yazdığı, bundan yıllar sonra tartışılacak ince detaylarla dolu (Michael Clayton'un oğlunun okuduğu fantazi kitabı ile, Clayton'un kendi yaşamı ile olan benzerlikler gibi), sıkı bir yapıya sahip olan senaryo, derslerde öğretilmesi gereken türden.

    Avukat, 2007 yılının en iyi filmi. Yılı daha bitirmedik farkındayım, fakat ileriki 1,5 ay boyunca benden bu kadar güçlü bir tepki alacak başka bir yapımın vizyona gireceğini sanmıyorum. Bütün taraflarıyla sinema sanatından, ustaca elden geçirilmiş bir hikayenin gücünden haz alan benim gibi sinema severler, Avukat gibi filmler için yaşıyor.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top