Hesabım
    Angel-A
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Angel-A

    Ya Tanrı <b>Angel-A</b>’larını Gönderirse?

    Yazar: Orkan Şancı

    Başka dünyada yaşayan biri Luc Besson. Kendi deyimiyle "18'inden beri gelecekte yaşayan biri"... Metro, Derinlik Sarhoşluğu, Nikita, Sevginin Gücü, hele hele 5. Element, normal kafada bir adamın yapacağı işler değil. Hikaye anlatma, kurgu, müzik kullanımı, çerçeveleme, sahne düzeni, kostüm tasarımı, oyuncu yönetimi, akıcılık/tempo; her ne ararsanız var bu yapıtlarda. Sinema sanatı açısından ulaşılması çok güç işler.

    Böyle bir adamın altı yıl boyunca film yönetmeyip Taxi ve The Transporter serileri, Wasabi ve üstüne üstlük Bandidas gibi filmlere yazar ve prodüktör olarak imza atmasını biraz da bu zamana ait bir insan olmamasına bağlamalıyız belki de.

    Çok mu iyimserim, bilemiyorum. Düşünsenize, son yönettiği film hem gişede hem eleştirmenlerin gözünde batmış bir yönetmen Luc Besson. O zamanki eşini başrolde oynattığı Jeanne D'Arc, muhteşem yardımcı oyuncu kadrosu ve harika tanıtım afişlerine rağmen, anlaşıldı ki Besson'dan beklenmeyecek derecede kötü çekilmiş ve anlatılmış bir hikayeydi. Biraz da eleştirilere sinirlenip yönetmen koltuğundan kalktı ve altı yıl boyunca da bir daha oturmadı. Arada bir bölümü popüler olmayı başaran, ancak asla onun kalitesine yakışmayacak işlere imza attı. Ve şimdi yepyeni filmiyle karşımızda.

    Angel-A, Angela ile Andre'nin hikayesini anlatıyor. Sonra iyi ile kötünün, kötünün içindeki iyinin, uzun ile kısanın, güzel ile çirkinin, bilinç ile bilinçdışının, insan ile meçhulün hikayesi bu. Bu kadar tezatın biraraya geldiği kent, Paris ise bir unsurdan çok filmin başrol oyuncularından biri. Wim Wenders Berlin'in çatılarında geziyordu, Besson ise Paris'in bir köprüler kenti olduğunu Andre gibi bize de hatırlatıyor. Hem de bunu çektiği ilk filmde olduğu gibi siyah beyaz yapıyor. Ama Besson'un kadim görüntü yönetmeni Thierry Arbogast, bu iki karşıt rengin tezatını giderek yumuşatıyor. Siyah sanki giderek beyazlaşıyor, beyazın gittikçe karanlıklaşması gibi.. Besson ve Arbogast'ın biçimsel tercihleri nedeniyle film Wenders'in Arzunun Kanatları'nın sularına hafifçe girip sonra hemen kendi rotasını çiziyor.

    Önemli olan ise, 6 yıl sonra "birşey" anlatıyor Besson ve bunu yine iyi yapıyor. 10 yıl önce senaryosunu yazmaya başladığı ama bir türlü bitiremediği eserini tamamlamış olmanın huzurunu yaşıyor. Ortaya koyduğu meseleler, bazılarına çok spesifik veya çok yüzeysel gelebilir. Ancak o çok özlediğimiz hikaye anlatıcısına yeniden kavuşturuyor bizi Angel-A ve bu nedenle önemli..

    Filmin yapısı gereği çok önemli bir yere sahip olan Jamel Debbouze, yıllardır sıyrılamadığı yan karakterden esas adama terfi ediyor. Tüm yalancılığına, dolandırıcılığına rağmen bebeksi yüzü sayesinde sadece Angela'nın değil seyircinin de kalbini kazınıyor. Besson'un ona yazdığı replikler sayesinde salonlarda zaman zaman kahkaha sesleri yükselecektir...

    Ya Andre'nin tezatı? Angela rolündeki Rie Rasmussen de, insan-ötesi birini canlandırmak için yerinde bir tercih olmuş... Çektiği kısa film ile 2004'te Cannes'da Altın Palmiye'ye aday gösterilmiş bir isim Rasmussen. Sadece sıradışı güzelliği ile değil, sinemayı ciddiye alışıyla da ilgiyi hak ediyor. Angela olarak da gerekeni yapıyor, hem Andre'yi hem de bizi şaşırtmayı başarıyor.

    Angel-A, çektiği filmlerin sayısı henüz bir düzine bile etmeyen ancak büyüklüğünü çoktan kanıtlamış bir yönetmenin, son dönemde iyice yıpranan karizmasını kurtarabilecek bir yapıt olabilir. Ancak sinema, çekilip perdeye yansıdıktan sonra bile devam eden bir süreç. İyi bir eser, kıymetini bilecek seyirciyi arar. Umarım siz onlardan birisinizdir..

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top