Hesabım
    Toronto Film Festivali

    9-19 Eylül tarihleri arasında gerçekleşmekte olan 2010 Toronto International Film Festival (TIFF) tüm hızıyla sürüyor...

    Comingsoon.com, festivalde gösterilen filmlerle ilgili izlenimlerini yazmış, biz de sizlerle paylaşmak istedik.

    Festivalde gösterilen Danny Boyle imzalı 127 Hours izleyiciler tarafından oldukça ilgi gördü. Gene festivalde gösterilen Buried gibi klostrofobik olmayan bu film tam tersi geniş açılarla da bir kıstırılmışlığın anlatılabileceğinin dersi gibi adeta.

    Belgesel bölümünde ise Davis Guggenheim’ın Waiting for 'Superman' isimli çalışması bahse değer. Yılın en önemli filmlerinden biri olan yapım eğitim sistemini konu almış fakat soruna çok farklı açılardan yaklaşıyor.

    Aronofsky?nin Black Swan adlı filmi de tahmin edildiği üzere en çok beklenen filmler arasındaydı. Natalie Portman?ın performansı kadar Vincent Cassel da oldukça etkileyici. De Palma ve Hitchcock tadı veren film Aronofsky'nin önceki filmlerindeki kendine has atmosferleri de anımsatıyor fakat Portman'ın sergilediği karakter filmi çok farklı yerlere taşıyor diyebiliriz.

    Alejandro Gonzalez Inarritu imzalı Biutiful, hayatın içinden ikibuçuk saatlik bir dilimi konu alan bir film olarak herkese göre değil fakat Javier Bardem, Uxbal karakteriyle kariyerinde bir kez daha çıkış yapıyor. Filme alışmak zaman alıyor ve film gerçekten de epey uzun, ilk bir saat neler olduğunu çok da anlamayıp flmden kopmanız mümkün fakat daha sonra bunun bedelini ödeyen bir film. Salondan çıkar çıkmaz sizi sarsmış filmlerden biri değil, zaman alacaktır. Akademi'nin Bardem'in bu performansını görmezden gelmemesini diliyoruz.

    Bir remake (yeniden yapım) olan Kore korku filmi The Housemaid bir intiharla başlayıp belki de hayatımızda görüp görebileceğimiz en hastalıklı doruk noktası ile bitiyor ve buraya gelene kadar da birçok iniş, çıkış, dönüş yaşatıyor. Oyunculukların mükemmelliği bu noktada akıllara Black Swan'ı getiriyor, ikisi de oyuncuların performansı ve yönetmenin başarısının bir araya gelişiyle en üst noktaya çıkan gerilim filmleri.

    Bir başka remake olan Let Me In, İsveç orijinaliyle kıyaslamadan edemeyeceğimiz bir film. Filmde birbirine benzer sahne çok, fakat gene de Reeves elindeki materyali iyi kullanmayı ve bu filmi kendi filmi yapmayı başarmış diyebiliriz. Bu film İsveç yapımdan daha kanlı olmuş doğrusu.

    John Curran’ın draması Stone epey şaşırtıcı ve alışılmadık bir tarza sahip bir film. Robert De Niro ve Edward Norton?ın bir odada oturup konuştukları sahneler bile çok etkileyici. Milla Jovovich?in kocasını kurtarmak için yaptıkları da oldukça dokunaklı. Filmin durgun ambiyansı, fazla gizemli olsa da, izleyicileri esas etkileyen faktör oldu.

    You Will Meet a Tall Dark Stranger için maalesef Woody Allen’in en iyi filmi diyemeyeceğiz, film oldukça düzensiz, tutarsız devam ediyor ve pek komik de sayılmaz. Oyuncu seçimleri gerçekten harika; Naomi Watts, Anthony Hopkins, Josh Brolin ve Freida Pinto gerçekten izlemeye değer isimler ama filmin esas yıldızı Lucy Punch olmuş.

    Geceyarısı sineması olarak Super izleyicilerle buluştu ve Ellen Page’in ruhsal sorunları olan karakteri nasıl canlandırdığına şaşırmamak elde değildi. Bu kız aklımızda Juno

    Andrew Lau imzalı Legend of the Fist: The Return of Chen Zhen hayal kırıkılığı bir film. Bruce Lee?ye bir övgü şeklinde düşünülmüş ama aksiyon aralarını komedi ve romantizmle doldurmaya çalışınca ortaya pek de başarılı bir iş çıkmamış.

    Sinema yazarı Kerem Akça da Haber Türk gazetesinde yazdığı yazısında festivalde gösterilen dört gençlik filmiyle ilgili şunları belirtiyor: 35. Toronto Film Festivali'nin ilk beş gününde gösterilen üç film, gençlik filmi alanında 2000'lerdeki eğilimlerden beslenen yapılarıyla keyifli anlar sundular. En önemlisi de Uzakdoğu'da gördüğümüz değişimi bir Hong Kong filminde, ABD'de tanıklık ettiğimiz farka ise Avustralya, Kanada gibi İngilizce dilli ülkelerde rastlamamız. ?Wasted on the Young?, ?Break Up Club? ve dünya galasıyla seyirciyle buluşan ?Daydream Nation?, kendi ölçülerinde başarılı gençlik filmleri olarak öne çıkarılabilir. Dünya prömiyeri yapılan Shawn Wu'nun ilk filmi ?Beautiful Boy? ise ?Fil?in ekolünü devam ettiren bir karakter draması. Gençlik filminde olması gerekenlere ebeveynler tarafından bakış atıyor başarıyla?

    facebook Tweet
    Öneriler
    Yorumlar
    Back to Top