Hesabım
    Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin Ardından

    Öze dönüş muhteşem oldu mu?

    Antalya Altın Portakal Film Festivali bu yıl 56. kez düzenlenirken, son iki yıldır gerçekleşmeyen ulusal yarışmayı ve belgesel yarışmasını festival yönetiminin değişmesinin ardından tekrar gündeme getirdi. Öze dönüş temasıyla gerçekleşen festivalde, salonlar kelimenin tam anlamıyla tıklım tıklım dolarken, tartışmalar bu yıl da eksik olmadı. Festival boyunca göz önünde olmayan ve seçkinin son filmi olarak Perşembe günü gösterilen Ali Özel yönetimindeki BozkırZeki Demirkubuz başkanlığındaki jüriden (Latife Tekin, Mert Fırat, Şebnem Bozoklu, Emre Erkmen)  tam 11 ödül alarak, herkesi şaşırtırken yeni tartışmalara da yelken açtı.

    Ulusal yarışma seçkisindeki filmleri kaçırmamak üzere yaptığım izleme programında, bir önceki gün Onur Ünlü’nün filmi Topal Şükran’ın Maceraları’nı salonun aşırı yoğunluğu sebebiyle, basın sırasında yer kalmayınca izleyememiş ve Perşembe gününe bırakmak zorunda kalmıştım. Ancak Perşembe günü tekrarı olan film, Bozkır ile çakışıyordu, dolayısıyla filmi izleyemedim. Çıkışta arkadaşlara yorumlarını sorduğumda, seçkinin en zayıf filmlerinden biri olduğu konusunda herkes hemfikirdi. Ancak jüri adeta ters köşe yaptı ve ana ödüllerin hepsini Bozkır’a verdi. Konuştuğum hemen herkes, Bozkır’ın bu kadar ödül alabilecek düzeyde bir film olduğunu düşünmüyordu, ancak jüri kararını belki de filmi izledikleri ilk an vermişti (zira hiçbir filmi alkışlamayan jüri, Bozkır’ı alkışlamıştı) ve gerekçeli kararını Zeki Demirkubuz şöyle dile getirdi;

    “10 film izledik. Bir bölümünü kendimize hiç yakın hissetmedik. Bazılarına saygı duyduk, bazılarını sevdik ama birine hayran olduk. Sinemanın devlet ve hükümet tarafından değişik yöntemlerle evcilleştirilip ehlileştirilmeye, muhalif olduğunu söyleyen bazı güruhlar tarafından ucuz eleştirinin, gündelik siyasetin nesnesi haline getirilmeye çalışıldığı, kısacası sanatın ve sinemanın tutanın elinde kaldığı şu günlerde bizlere yaşamın doğasını, geçmişi, geride bıraktıklarımızı, ölümü, mezarı hatırlatan, bir parça olsun kendimize gelmemizi sağlayan, zaman ruhunun izini süren, aşkın bir film izledik. Gözlerimiz yaşardı, boğazımız düğümlendi ve çok heyecanlandık. Öyle bir film ki, biraz daha sürse Çehov’un dediği gibi neden yaşadığımızı anlayacaktık. “

    Kimilerince bu sonuç Zeki Demirkubuz’un festivallerden intikamıydı, kimileri jüri bizi trollüyor dedi. Öyle ki törenin hemen ardından sosyal medya üzerinden paylaşılan festival yönetmeliğine göre; paylaştırılamayan bazı ödül kategorileri vardı ve sonradan öğrendiğimize göre de, bu maddeler jürinin isteği ile festival yönetimi tarafından değiştirilmişti. Ödül töreninden saatler önce, aralarında benim de bulunduğum birkaç eleştirmen arkadaşın puanlarından oluşan yıldız tablosu paylaşıldığında, ödül töreni sonrasında bu tablonun elden ele dolaşarak popüler hale gelmesini beklemiyorduk elbette. Ancak bu tabloda Bozkır’ın bir puan alarak listenin sonuna yerleşmiş olması, sosyal medyada yeni bir tartışmayı da beraberinde getirdi; Zeki Demirkubuz vs. Eleştirmenler. Bu noktada bu yersiz tartışmayı sürdürmeyi elbette düşünmüyorum, zira konunun sübjektifliği su götürmez.

    Festivallerde ödüllerin her zaman tek bir filme/isme verilmesini savunduğum kadar, en iyi film/senaryo/yönetmen gibi ödüllerin de aynı filme verilmesini de savunmuşumdur. Zeki Demirkubuz başkanlığındaki ulusal yarışma jürisi cesur ve tartışılacak bir hamleyle bu yıl neredeyse tüm ödülleri Bozkır’a verirken, tutarlı bir ödül dağılımı yaptılar, ancak kafamdaki diğer soru; Bozkır bunun için doğru film mi? Bu sorunun cevabını, filmi izlediğimde belki bir nebze cevaplayabilirim.

    Gelelim festivalde yarışan diğer filmlere;

    Aşk, Büyü vs: Çok severek takip ettiğim bir sinemacı olan Ümit Ünal’ın her zaman iyi bir hikaye anlatıcısı olduğunu düşünmüşümdür. Bu kez de bizi yanıltmıyor ve Büyükada’nın yokuşlu yollarında geçmişten gelen yarım kalmış bir aşk hikayesini, iki kadın karakterin üzerinden anlatıyor. Yine bir LGBT filmi olması dolayısıyla, öncelikle cesareti takdir edilmeli. Ancak yine de karakterlerin dünyasına tam olarak giremediğimi ve o büyüleyici aşkı hissedemediğimi belirtmem gerek.

    *Ümit Ünal ile yaptığımız röportaj çok yakında yayında olacak.

    Bilmemek: Yarışma seçkisindeki şahsi favori filmim Leyla Yılmaz imzalı LGBTİQ'nun Q'suna (questioning, yani kararsız ya da tercihini belirtmek istemeyen bireyler için kullanan kısaltma) odaklanan Bilmemek oldu. Tam bir bilgi kirliliği yaşadığımız çağda, herkesin her şeyi bilme isteği üzerine yaşanan kaosu, kendini keşfetme çağında olan bir ergen ve onun ilişkileri kopuk ebeveynleri üzerinden anlatan Bilmemek, homofobinin ve okul zorbalığının nelere yol açabileceğini, izleyicisine soru sorma hakkı vermeden anlatıyor. Hem seçtiği hassas konu sebebiyle takdire şayan, hem de temasını sonuna kadar savunan bir film Bilmemek. Başrollerdeki Emir Özden, Senan Kara ve Yurdaer Okur, karakterleri için biçilmiş kaftan.

    *Film ekibiyle yaptığımız röportaj çok yakında yayında olacak.

    Bina: Yarışma seçkisinin en enteresan filmlerinden biri olan (ya da ilk bakışta öyle görünen) Bina, distopik bir gerilim. Hükümetin tek tip yayın sistemine geçeceği günü sabahtan itibaren anlatmaya başlayan Bina, bina görevlisi Mehmet üzerinden medya eleştirisine soyunuyor ancak, dağınık konu anlatımı birkaç başarılı sahneden fazlasına imkan vermiyor.

    Ceviz Ağacı: Bir taşra kasabasında yaşayan öğretmen evli bir çift üzerinden başlayan hikayesini, dallanıp budaklanarak anlatan Ceviz Ağacı, kadın temsilini iyi ve kötü olarak aşırı uçlarda çizmesiyle beni oldukça rahatsız etti. Özellikle diyaloglarının ve sanat yönetiminin zayıf kaldığını düşündüğüm filmin başrol oyuncusu Serdar Orçin’in performansı belki de film adına bahsedebileceğimiz tek ayrıntı.

    Küçük Şeyler: Adana Film Festivali’nin yarışma filmi olarak da izlediğimiz Kıvanç Sezer imzalı Küçük Şeyler, bir üçlemenin ikinci filmi aslında. Kaybolmakta olan orta sınıf evli genç bir çift üzerinden kapitalizm eleştirisi yapan film, gerçek üstü anlatımıyla da dikkat çekiyor.

    *Film ekibiyle yaptığımız röportaj çok yakında yayında olacak.

    Kronoloji: Kanayan yaramız kadın cinayetlerine dikkat çeken Kronoloji, özellikle tercih ettiği anlatım tarzı ve kurgusuyla ön plana çıkarken, ön yargılarımızın doğurduğu sonuçları da tokat gibi yüzümüze çarpıyor.

    Omar ve Biz: Son dönem sinemaya ilham olmaya devam eden mülteci hikayelerinden bir yenisi olan Omar ve Biz, ne duygu dolu bir hikayeye, ne de dokunaklı oyunculuklara sahip. 

    Soluk: Usta bir oyuncu olan Uğur Polat’ı ölüm döşeğindeki entel bir adamın karakterine bürüyen Soluk, enteresan kast seçimiyle konuşulurken, filmin kadın oyuncusu Aslı İnandık’a da en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü getirdi. Daha önce birkaç filmde küçük rollerde yer alan ve son dönemde Çukur dizisinde oynayan Emrullah Çakay’ın karakteri hasta bakıcı Celil, hasta yatağındaki Tamer ve komşu kızı Aslı’nın üçgeninde ilerleyen hikaye, yer yer tıkanarak izlemeyi zorlaştırıyor.

    Topal Şükran’ın Maceraları: Onur Ünlü’nün her seferinde yeni bir delilik yapmasına alışkın bir seyirci olarak Topal Şükran’ın Maceraları’nın beni bile şaşırttığını söyleyebilirim. Hem diyalogsuz anlatımı, hem cesur sahneleri ile öne çıkan film bir de memleketimde çekilince (İzmit), kayıtsız kalamadım.

    Antalya Altın Portakal Film Festivali tartışmalarla da olsa özüne döndü. Salonlar doldu taştı, sadece filmler değil, soru cevaplar ve paneller de Antalya halkı tarafından ilgi ile takip edildi. Bu açıdan yoğun katılım görmek oldukça sevindirici. Bakalım önümüzdeki yıllarda öze dönüş nasıl şekillenmeye devam edecek?

    Hande Kara

    facebook Tweet
    Öneriler
    Yorumlar
    Back to Top