Senden Geriye Kalan
BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
4,0
Çok İyi
Senden Geriye Kalan

Ne zaman başladığı belli ama ne zaman biteceği belirsiz bir sancı!

Yazar: Banu Bozdemir

Filistin asıllı Amerikalı yazar, yönetmen ve oyuncu Cherien Dabis, 2009 yapımı uzun metrajlı filmi "Amreeka"dan beri samimi ve özgün aile hikâyelerine yer veriyor. "All That’s Left of You"da anılar, travmaları nesiller boyu süren bir aile hakkında tatmin edici bir hikaye sunuyor, zaman zaman anlatı şişkin görünse de Dabis’in hikayeci olarak ustalığı tartışılmaz.

"Amreeka" için Batı Şeria’dan Chicago’ya taşınan Filistinli bir anne ve oğlunu konu alan mütevazi ve parlak bir ilk film demek doğru olur, 2013 yapımı "May in the Summer" aynı düzlemde etki yaratmadı ama "Senden Geriye Kalan" yerinden edilmenin nesillerce devam eden etkisini dokunaklı bir şekilde anlatıyor. Ve uzun uzadıya soruyor göçebe insanlar nasıl hayata tutunabilir, yaşadıkları insanlıkla bağdaşır mı?

Bir Film

Sundance Film Festivali’nde açılışını yapan bu geniş anlatı dört zaman dilimi arasında gidip geliyor (1948, 1978, 1988 ve 2002) ama tek ve sarsıcı bir olaya dayanıyor. 1988 yılında genç Noor (Muhammed Abed Elrahman) bir sokakta İsrail askerlerine karşı protesto gösterisinde bulunanların arasına karışıyor, vuruluyor. Bir sonraki sahnede anne rolüyle kaşımıza çıkan Dabis, kameraya bakarak, olayların nasıl buraya geldiğini anlamamız için en baştan başlamamız gerektiğini söyler ve takvimler bir anda 1948 Nakba’sına döner. Noor’un büyükbabası Şerif ile babası Salim’in hikayelerini, yaşadıklarını ve o yaşananların aslında bugünü nasıl şekillendirdiğini vurgulu bir şekilde anlatır. Filmde sertlik duvarı Dabis tarafından biraz yumuşatılmış gibi görünüyor. Bu, filme biraz yüzeysellik katsa da baskıcı ve işgalci bir rejim altında yaşamanın boğucu ve psikolojik olarak çekilen acı tarafını etkili bir biçimde yansıtıyor, bürokrasi yükünün uzanan etkilerini saçmalık etiketiyle yaftalıyor!

Dünyanın gözü Filistin’de olsa da ana akım sinemada pek yer bulan bir konu değil maalesef. Bu anlamda "Senden Geriye Kalan" bu boşluğu doldurmaya niyetli. Asla tek filmlik bir konu değil ama, sonuçlar zorlayıcı ve karışık çıksa da Dabis, Filistin mücadelesini ana hatlarıyla vermek için çabalıyor. Kimi zaman meseleye uzak bir soğukkanlılıkla, kimi zaman da samimi bir cüretkarlıkla bakmayı başarmış. Filmin Dabis’in kişisel ve ailevi anılarını kapsayan bir rehberlik görevi gördüğünü de söylemek lazım. Görüntü yönetmeni Christopher Aoun’un yeterince etkili bir sinematografi sağlayamadığını görüyoruz, bu da filmin temposunu etkileyen ağır bir sabitlik sunuyor. Sanki bu tanıklığa razı bir göz gibi. Burada Elia Suleiman ve Annemarie Jacir’i anabiliriz, biçimsel akrabalık anlamında.

Anne Hanan bizi Noor’un büyükbabası Şerif’in yaşadığı, Filistin-İsrail savaşının yaşandığı 1948 yılına götürüyor önce. Şiire düşkün bir adam olan Şerif ve ailesi portakal bahçesiyle çevrelenmiş evlerinde bombalarla yaşıyor. Burada bir parantez açmak gerekirse Gürcü yönetmen Zaza Urushadze imzalı "Mandalin Bahçesi" filmi geldi aklıma. Savaşın ortasında mandalina yetiştirmeye devam eden bir çifti anlatıyordu. Şu açıdan önemli; Şerif ve ailesi yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalıyor ve portakal bahçeleri yok oluyor. Savaşların en önemli göstergelerinden birisi, her şeyi yok etmek. Film 1978’e atladığında artık narenciye ağaçları yok, insanlar sıkışık ve sokağa çıkma yasaklarının olduğu bir nizamda yaşamaya zorlanıyor. Bu bölüm benimsedikleri gelenekleri yapamadıkları ve tepki verdikleri, küçük düşürüldükleri anlardan oluşuyor. Noor ve babası Salim’in sokağa çıkma yasağının başlamasından sonra yaşadıkları sahne filmin en duygusal ve travmatik sahnesi olabilir, İtalyan yeni gerçekçilik akımıyla kıyaslanacak denli gerçekçi olan bu sahnede Salim’in oğlunun yanında aşağılanması, erkekliğe bakış ve baskının yıkımsal gücü açısından da oldukça katmanlı. Bu yaşananlar Noor’un tüm hayatını etkileyecek bir yaraya dönüşüyor ve film boyunca hissediliyor.

1988 yılına geçtiğimizde yetişkin bir birey olan Noor’un filmden ayrılma sahnesiyle sınanıyoruz, bir yandan da Noor’un o ana dek pek de derinlikli işlenmediğini fark ediyoruz. Film orada kolektif bir acıdan Noor’un organlarının bağışına ve çöken bir sistemin hatasının yarattığı enkaza kadar, insan yaşamının kutsallığı hakkında olabilecek değerli ve gerçekçi mesajı vermeye gayret ediyor. Hanan ve Salim’in kendilerine gösterilen haksızlığa karşı gösterdikleri tavır, başka bir olayda aynı hale mi geliyor, yaşadıkları insani duygularını etkilemiş mi gibi soruları da beraberinde getiriyor. Burada "I’m Still Here" filminde olduğu gibi yönetmen tarihe not düşüyor, bir hafıza ortaya koyuyor. O yol ne kadar uzun ve engebeli (filmin sonuna dair eleştiriler) olsa da Dabis onu kat etmeye gönüllü oluyor ve önümüze kronolojik bir acı tarifi açıyor. Bu açıdan bile kıymetli! Bir nevi Gabriel García Márquez’in "Yüzyıllık Yalnızlık" algısı da gelip yerleşti içime filmi izlerken.

İçindeki yaraları saymazsak iddialı ve güçlü bir hikayesi var filmin. Soruları zor tarafından önümüze getiriyor. Sıkı duygusal anları var, empatisi yerinde. Zaman zaman filmin anlatımıyla ilgili düşüşler yaşamak mümkün ama film kendi iç sesini bir yerde yakalamanıza izin veriyor ve mesajlarını gerektiği yerde öne sürüyor. İnsan hikayelerine anlatılması, göz ardı edilmemesi noktasından bakıyor, bu da filmi evrenselleştiriyor.

Banu BOZDEMİR

Daha Fazlasını Göster