“Senin aşkına hiç doyum olmaz”
Yazar: Gizem ErtürkÇağan Irmak, yılın son günlerinde Türk sinemasına nostaljiyle karışık bir heyecan duygusu yaşatan, uzun süredir merakla beklenen filmi “Adile” ile karşımıza çıkıyor. BKM’nin hayata geçirdiği film, Irmak’ın kariyerinde bir ilki temsil ediyor: Usta yönetmen, ilk kez senaryosunu yazmadığı bir filmin yönetmenliğini üstleniyor. Senaryo, modern Türk edebiyatının tanınmış kalemlerinden Nermin Yıldırım’a emanet. Başrolde ise Berlin Film Festivali’nden ödülle dönen, bu zorlu mirası üstlenmeye cesaret eden Meltem Kaptan yer alıyor. “Adile Naşit”, 5 Aralık’ta vizyona giriyor ve Türk sinemasının en sevilen yüzlerinden birini perdede yeniden görmek umuduyla seyircide doğal bir merak yaratıyor.
BKM
Türk sineması, özellikle biyografi türünde, çoğu zaman hafızayı okşayan ama yeni bir şey söylemekten çekinen, güvenli alanında kalmayı tercih eden bir yapıya sahip. “Adile” de tam olarak bu çizginin üzerinde duruyor: Saygılı, özenli, duygusal… Ama aynı zamanda temkinli, steril ve riske girmeyen bir film.
Adile Naşit, Türk sineması ve tiyatrosu için bir oyuncudan daha fazlası. Bir dönemin ortak hafızası; gülen gözlerin, anne şefkatinin, çocukluk mutluluğunun somut bir hali. Kökeni tiyatro soyuna dayanan, babası komedyen Naşit Bey’in mirasını devralan, ailece sahnede büyümüş bir sanatçıdan bahsediyoruz. Hem trajedinin hem komedinin içinden geçmiş, dünya standartlarında bir oyuncu.
Bu nedenle onu beyaz perdede canlandırmak yalnızca bir performans değil; kültürel bir sorumluluk. Çoğu izleyici gibi, ben de bu rolü Adile Naşit’in dışındaki herhangi birinin hakkıyla taşıyabileceğine pek ihtimal vermezdim. Filmin en büyük iddiası da aslında burada yatıyor: Meltem Kaptan’ın Adile Naşit’i “yeniden yaratma” çabası. Fiziksel benzerlik, ses tınısı, beden dili gibi unsurlarda başarılı çabalar var. Fakat tüm bu teknik doğruluklara rağmen, Adile Naşit’in özünü oluşturan o tarifsiz sıcaklık, insanın içini yumuşatan ruh hâli ne yazık ki perdede tam karşılığını bulamıyor.
Nermin Yıldırım, günümüz edebiyatının popüler kalemlerinden biri. Ancak sinemaya uyarlanan hikâyelerin çoğunda gördüğümüz gibi, popülerlik her zaman güçlü bir senaryo demek değil. Film, Adile Naşit’in yaşamına dair bilinenleri toparlıyor ama bunların ötesine geçmiyor. Karakteri açmıyor, derinleştirmiyor, çatışma yaratmıyor. Acılarına tanık oluyoruz ama acının altındaki duyguya değil. Bir biyografi filminden beklenen şey, “bilineni yeniden göstermek” değil, “bilinenin ardındaki bilinmeyeni fark ettirmek”tir. “Adile”, bunu yapmadığı için ne dramatik anlamda yoğunlaşıyor ne de izleyiciyi gerçekten dönüştüren bir şey sunuyor. Salondan çıkarken öğrendiğimiz yeni hiçbir şey yok. Bu, biyografi türü için ciddi bir problem.
Elbette film, Adile’nin hayatındaki en keskin kırılmayı da anlatıyor: Oğlu Ahmet’in kısa ömrünün yarattığı büyük acıyı. Ancak tüm bunlara rağmen senaryo, seyircinin zaten bildiklerinin ötesine geçmiyor; yeni bir bilgi, yeni bir katman, yeni bir içsel çatışma sunmuyor. Google’da beş dakikada okunabilecek maddelerin dramatik bir sıralaması gibi ilerliyor.
Çağan Irmak, Türk sinemasının duygu anlatımında en güçlü yönetmenlerinden biri olarak kabul edilir. “Babam ve Oğlum”, “Mustafa Hakkında Her Şey”, “Issız Adam”… Hepsinde duygunun zarif bir işçiliği vardır. Bu nedenle “Adile” için beklenti doğaldı: Daha derin, daha insani, daha dokunaklı bir anlatım.
Fakat Irmak, burada şaşırtıcı ölçüde geri çekilmiş ve aşırı kapalı bir yaklaşım sergilemiş. Sanki Adile Naşit gibi büyük bir figüre zarar verme korkusu, yönetmenin yaratıcı cesaretini törpülemiş. Hastalık, kayıplar, kırılmalar… Hepsi var; ama hepsi çok kontrollü. Duygunun kendiliğinden akmasına izin verilmemiş; tam aksine yönetmenin eliyle “yükseltilmeye çalışılmış”. Bu da sahneleri etkileyici olmaktan çok “zorlama” hissettirmiş. Irmak’ın dijital platform için yaptığı “Yeşilçam” ve “Yaratılan” gibi işlerde sergilediği cesur ve özgün anlatım, ne yazık ki burada yok.
Meltem Kaptan’ın büyük emeğine rağmen filmde beklenmedik şekilde parlayan bir oyuncu var: Levent Can. Can’ın Münir Özkul performansı yalnızca başarılı bir taklit değil; ruhsal bir yeniden yaratım. Özkul’un duruşu, kırılganlığı, alçak gönüllülüğü, gözlerindeki derin hüzün… Hepsi incelikle işlenmiş. Filmi izlerken “Keşke Münir Özkul’un ayrı bir filmi çekilse ve başrolü Levent Can oynasa.” diye düşünmeden edemedik.
Aynı şekilde Ayşen Gruda’yı canlandıran Elif Nur Kerkük de Yeşilçam tonunu doğru yerden yakalayan nadir oyunculuklardan biri.
Böyle bir film, çok daha güçlü bir müzik kullanımı kaldırırdı. Adile Naşit gibi bir figür düşünüldüğünde, müziğin duyguyu taşıyan ana damar olması gerekirdi. Fakat film bu noktada oldukça zayıf kalıyor. Neşe Karaböcek’in “Aşkına Doyum Olmaz” seçimi dışında akılda kalan bir müzikal an yaratamıyor.
Buna karşın kurgunun hakkını vermek gerek. Ödüllü editör Adil Yanık, durağan bir hikâyeye dinamizm katarak filmi ayakta tutuyor. Ritmi iyi ayarlanmış bir kurgu olmasa “Adile”, çok daha ağır ilerleyebilirdi.
“Adile”, büyük bir sevgiyle yapılmış, saygılı, özverili bir film. Ancak sinemasal derinliği sınırlı. Adile Naşit gibi bir ikonun anısına toz kondurmamak anlaşılır bir çekingenlik, fakat sinemanın görevi yalnızca hatırlatmak değil; anlamlandırmak, yorumlamak, derinleştirmek. Film, tam da burada eksik kalıyor.
Yine de Yeşilçam’a duyulan özlemi tazeleyen, Münir Özkul ve Ayşen Gruda bölümleriyle parlayan ve kurgusuyla sürükleyiciliğini koruyan bir yapım olarak izlemeye değer. Meltem Kaptan’ın emeği, BKM’nin titiz prodüksiyonu, set tasarımı, kostümler ve dönemin görselliği de film için kayda değer bir artı.