The prestige
Öncelikle bir iki film çeken christopher nolan bu işe, daha yedi yaşında, donu sidikli bebe iken başlamış bu işe. Daha sonraları, üniversite öğrencisi olduktan sonra işe kendisini kaptırmış ve, çektiği kısa filmlerin arkasından, 'doodlebug' ve 'following' filmlerini çekmiş, ve de hepimizin bildiği, sıkıcı gibi görünse de, ilginç konusu ve de süper kurgusu ile insanı mıhlayan 'memento' filmiyle de voliyi vurmuştu..
İşte ardından bir yabancı filmin yeniden çevrimi olan 'insomnia'yı pek de kendi normlarının üstüne çıkmadan, belki de kafaya çakma olmayan senaryosunu fazla, dallandırıp, budaklandırmadan anlatmıştı Nolan; Al Pacino, ve de Robin Williams gibi iki büyük aktörü buluşturarak. Sonra da, 'olur mu, olmaz mı?' lar arasında, 'acaba, tim burton'ın mirasına nasıl sahip çıkacak?' gibi septik düşünceler arasında çektiği, 'Batman begins' filmi ile, 'gotik' yapıya yeni bir bakış açısı getirdi; belki de her zamankinden daha bir 'kara şovalye' portresi çizdi. Christian Bale gibi, milletçe 'empire of the Sun' filminden kısa donlu halleri bilinen, süper bir aktörü yeniden göz önüne de getirdi.
İşte bu filmlerden sonra da, yaklaşık 10 senedir süre gelen, 'yeni çağın en iyi yönetmenlerinden birisi' olma ünvanını sürdürmesi için, belki de yine iyi bir film çekmesi, kendisine has diliyle, yalın kamera çekimlerine döşediği, süper kurgusu ile bezemesi gerekiyordu..
Ve de, bomba gibi bir kadroyla, 'hollywood'un yeni karizmaları'ndan iki tanesinin başına, 'İngiliz babası' bir sağlam aktörü koyarak yola yeniden başladı. Filmin adı da, bildiğimiz kadarıyla 'The Prestige' idi.. Hugh Jackman, Christian Bale, aksanı ile bile insanı etkilemeye yeten, yetebilen bir Michael Caine, bonus olabilecek nitelikte bir Scarlett Johansson, ve de, şarkılarını pek bir beğenmesem de, 'under pressure' parçasından dolayı sempati ile baktığım, yine de, 'nikola tesla' rolünde David Bowie, onun sadık yardımcısı rolünde de, göründüğü yerlerde rolünün hakkını fazlasıyla verebilen bir 'gollum' Serkis..
İşte böyle malzemeyi eline almış olan, Nolan hepsini iyi yoğurmuş, her şeyi iyi bağlamış, o yılların görüntüsünü iyi vermiş; şimdilerde biraz ön plana çıkabilen 'ilüzyon' olaylarına bağlanan filmlere iyisini eklemiş, belki de ' önümüzdeki yıllarda kült olabilecek' bir filme, hatta 2006 senesinin en iyi filmlerinden birisine imza atmış.
Senaryosu ile konuşmak için, belki de tek tek ayrıntılar incelendiğinde, sayfalar dolusu şeyler yazmak lazım ama, bence film esnasında büyük ayrıntılar beklemeye gerek yok, ya da 'öküz altında buzağı arama'ya.. Ki bence bu filmin esasında, aralarında gerçekten de husumet bulunan, ve de 20. yy. a damgasını vuran, iki başarılı bilim adamı olan, Edison ve de, Tesla'nın hikayesine de başka bir gözle bakılmış. Ayrıca, gerçekte var olan olayları, daha çok Tesla'nın gözünden anlatan, belki de, yine gerçekte de, Tesla'nın var olan haklılığını yine onun yüzünden, bakış açısından, perspektifinden anlatarak çok iyi bir iş çıkarmış.. bir de zannımca, filmin diğer bir noktası da, ilüzyon olayından çok, 'klon' olayına da genel bir bakış.. bu 'sihirbazlık' numaralarının altında belki de, birçok numara daha aranabilir, ama Nolan elinde bulunan bütün bu motifleri ince ince, sağlam bir kurguyla işlemiş..
Filmin sonu gerçekten de, pek bir beklenmedik şekilde bitiyor. Şimdi film çok övülmesine rağmen, ara sıra, filmi izlerken 'bunun burada olması belki milletin ilgisi çekilsin diye burada böyle yapılmış, ama çok saçma, ya da birbirleri ile bu sahneler bağdaştırılmamış' denilebiliyor.
Filmi izledikten sonra, insan gerçekten de kendi kendisine bir sürü soru yöneltebiliyor;
- filmin içeriği ile bilgiler içerebilir-
örneğin, ilk aklıma gelenlerden birisi, Angier, Tesla'dan bu makineyi aldıktan sonra, tiyatro sahibine gösterirken, makinenin içine girip, yok oluyor başka bir yerden çıkıyor. Gerçek sahnede iken, klonunu oluşturabiliyor. Peki bu makine böyle iki yönlü bir makine miydi? Tesla ilk bu makineyi verirken, sadece klon olayını ortaya çıkardı. Öteki tarafı niye gösterilmedi, ya da angier bunu tiyatroda gösterirken, niye ilkin yok olup da başka bir yerden çıktı..
- sonra, filmin sonunda, borden'ın yanında iken, 'lord' olarak gelince, önce bir şaşırdım. Daha önce öldüğünü gösteren kişi de, hugh jackman'dı. Peki bu eleman klonu ise, bir insanın klonu yine insanla aynı şeyleri yapmak zorunda değil midir. İnsanın bir kopyası, ya da onun bir yanılsaması ise, nasıl olur da, birisi yaşarken diğeri yaşar, ya da bu ölen kişi, klon değil de, angier numara yaparken bulunan 'sarhoş eleman mıydı'. Burası da muallak brnim için.. sonra eğer de, sarhoş eleman değilse, bu adama noldu.
- bir de şu olay var. Belki bu filmin ana hatlarından birisi de, ' iki iflah olmaz sihirbaz' arasındaki rant kavgası, prestij yarışı, ya da angier'in bitmek bilmeyen öfkesi. Peki borden gerçekten de, nasıl düğüm attığını ikizinin bilmiyorsa, daha sonradan, angier, borden'a ya da, ikizine denk geldiyse, - tamam hadi bilmiyordu- nasıl oldu da, borden, kağıda 'tesla yazdığında, gitti kendisi angier'in yanına, ikizini göndermedi..
- aynı zamanda, düğümün atılıp, angier'in karısının öldüğünü sahnede, olaylar neredeyse, bir dakika içinde gerçekleşiyor. Bu kadar zaman içinde, normal bir insanın nefesini tutamaması zor bir olay. Bir de, bu kadın bu fanusun içine girerken, ki kapağı kocaman, bu kapak kapandı mı, oraya o kadar hava dolar, bu kadar hava, bu kadar boğulma süresinden kurtulmak için yeterli değil mi..
- son sahnede de, angier öldü diyelim. Tam sonda gösterilen, fanus içindeki olayı anlamadım. Öldüğü yere daha önceden kimse gelmedi mi, ya da onu kimse görmedi mi, onu niye oraya koydu.
işte böyle ufak ayrıntılar, ya da kendimi kaptırmam sonucu anlayamadığım birkaç ufak noktası dışında, bende 'harika bir filmmiş' intibası uyandırdı. 'Edward Norton'ın oynadığı 'The Ilusionist' filmi de belki iyiydi, o da lezizdi ama, bu filmde, bana göre sırıtan birkaç nokta dışında, hemen hemen hata yok gibiydi.
Dediğim gibi, kurgusuyla, hikayesiyle, vermek istedikleriyle, görüntü kalitesi, özellikle parmak ısırtan oyunculukları ile kendisini izlettiren, bir yerden sonra kolay kolay bırakamadığınız, 'acaba ne kıllık çıkacak dur bakalım' lara sevk ettiren, kimi zaman, 'bu fallon'da var bir durum, ama dur bakalım' dedirten süper bir filmmiş.. eğer hala izlemeyenler varsa, gerçekten de, şiddetle tavsiye olunur. Yakın zamanda dvd'si çıkınca, edinmeyi düşünüyorum.. 10/9