Hesabım
    Sen Ne Dilersen
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Sen Ne Dilersen

    Nasıl Dilediğine Bağlı...

    Yazar: Ertan Tunç

    Stanley Kubrick demişti sanırım: "Bir filme iyi başla, iyi bitir. Arada ne yaptığın çok da önemli değildir". Bu eğilim, dünya sinemasının birçok önemli filminde karşımıza çıkar. Türk sinemasında da örnekleri görülebilir; son dönemde Babam ve Oğlum da olduğu gibi.

    Sen Ne Dilersen ise kötü başlayan ve kötü biten bir film, arada güzel yerler var -Musa'nın aile ilişkileri ve yaşam biçimi gibi- ama bu da filmi kurtarmaya yetmiyor. 1965'ten 1995'e uzanan bir süreçte İstanbul'lu Rum bir ailenin otuz yıllık açmazlarının bir/birkaç mucize ile çözülmesine dayanıyor Sen Ne Dilersen. Çok ciddi bir aile dramı ile gayri ciddi bir aile dramının iç içe girmesi sonucu ilerleyen filmin ilk büyük sorunu kurgusu.

    Tabii bu kurgu problemi yılların Mevlüt Koçak'ından kaynaklanmıyor açıkçası; problem aynı sahne içinde kameranın yerleştiriliş farkının, senaryo ve ses ile bütünleşememesinden kaynaklanıyor. Zira yönetmen Başeskioğlu farklı planlar arasındaki uyuma dair ayrıntıları düpedüz gözden kaçırmış, ikaz eden de olmamış anlaşılan. Örneğin bir sahne önce yandan alınan bir görüntüdeki Fikret Kuşkan'ın canlandırdığı Musa karakteri, aniden karşımıza profilden çıkıyor ve farklı bir ses tonuyla aynı cümlenin devamını getiriyor. Ya da bir önceki plandaki yerlerinden bariz ötede görüyoruz bir sonraki saniyeye dair plandaki karakterleri.

    Kurgusal anlamdaki acemiliğin hemen yanında yan karakterlerin rol yapamamalarından kaynaklanan bir büyük acemiliğe de rastlıyoruz. Başta filmde önemli işlevleri bulunan melek rolündeki arkadaşların ve diğerlerinin yaptıklarını izlemek ıstırap verici; Kenter'in, Yenersu'nun, Kuşkan'ın bulunduğu bir sanat eserinde bu oynayamayan oyuncuların işi ne? Fakat iddia edildiği gibi bu filmde insanın içini ısıtan bir mucize var, tek bir tane de olsa var. Gelelim filmin tek mucizesine... Bu bir senaryo mucizesi. İnanılmayacak kadar zekice olan bu senaryo hilesi sayesinde o ana kadar çok ama çok kötü bir performans veren Işın Karaca aklanmayı başarıyor ve sırf bu yüzden bu rol için iki defa evliliğini erteleyen Karaca'nın kötü oynadığını söyleyemiyoruz.

    İyi oyunculuk demişken Mimi rolündeki Yıldız Kenter'i ve Musa karakteri için Peker Açıkalın'dan boşalan koltuğu başarıyla dolduran Fikret Kuşkan'ı tebrik etmek gerekir. Ama asıl kutlanması gereken şey de kanser hastası olan Işık Yenersu'nun aynı hastalığa yakalanmış Eleni'yi canlandırmada gösterdiği fedakârlık ve özellikle bu rolü kabul etmeyi göze almış olması. Sinema tarihinde hani nerdeyse kendisini (varlığını) ve belki de yokoluşunu canlandırmayı göze almış büyük oyuncular vardır. Sinema aşkını yaşama aşkıyla bütünleştiren bu oyunculara Tom Horn'daki Steve McQueen ve Straight'in Hikayesi'ndeki Richard Farnsworth örnek verilebilir. Bir aktör/aktris için de zordur içinde bulunduğun durumu/konumu yorumlamak. Belki de bu yaklaşımla Kenter'i de ayrıca kutlamak gerekir.

    Yönetmen Cem Başeskioğlu aynı zamanda filmin senaryosuna da yazan kişi, durum böyle olunca yönetmenimize neden filmi Cennet Bahçesi'ndeki o müthiş düş sahnesinde bitirmediğini sormaya hakkımız oluyor. Bunun tersine, eminim herkesin ilgisini sadece garipliği ile çekecek, gerekliliği tartışmalı bir sonla bitiyor film.

    İyi bir son beklentisinden vazgeçsek bile, hikayenin önemsizliğinden sıyrılamıyoruz bir türlü; hikayeyi güzel ve çekici kılmak için başvurulan her türlü yola rağmen... Begüm Birgören'in güzelliğinin ve Ahmet Mümtaz Taylan'ın mimiklerinin bile kurtaramadığı bir film Sen Ne Dilersen.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top