Hesabım
    Get On Up
    Ortalama puan
    3,0
    4 Puanlama
    Get On Up hakkında görüşlerin ?

    2 Kullanıcı yorumları

    5
    0 Eleştiri
    4
    0 Eleştiri
    3
    2 Eleştiri
    2
    0 Eleştiri
    1
    0 Eleştiri
    0
    0 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Turgay Buğdacigil
    Turgay Buğdacigil

    Takipçi 1.884 değerlendirmeler Takip Et!

    3,0
    28 Mayıs 2021 tarihinde eklendi
    Senaryosu, Jez ve John-Henry Butterworth biraderler tarafından yazılan ve yapımcıları arasında hikâyesi anlatılan James Brown’ın, Amerika’daki ilk konserlerinde “Amerika’ya hoş geldiniz” diyerek sahnedeki yerini kendilerine bıraktığı ünlü İngiliz rock grubu The Rolling Stones’un solisti ve lideri olan Mick Jagger’ın da bulunduğu “Get on Up”, Tate Taylor’ın yönetmen koltuğunda oturduğu biyografik bir drama…

    1 Ağustos 2014 tarihinde Amerika ve Kanada’da eş zamanlı olarak vizyona giren filmin, 6.9/10 (23.260 oy) ve 3.7/5 (25.000 üzeri oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 6.9/10 (171 yorum) ve 71/100 (44 yorum) olan Rotten Tomatoes ve Metacritic yorum ortalamaları, orta karar bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor gibi…

    Ama biz yine de 30 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen ve ne yazık ki, gişedeki 33,4 milyon dolarlık bir hasılat rakamına takılıp kalmış olan (ve müzikleri nedeniyle de harika bulduğumuz) bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak inceleyecek ardından da puanlamaya çalışacağız…

    Bunun için de sırf finaldeki bir R&B efsanesi olan “Try Me (I Need You)” (1958) isimli şarkı ve James Brown – Bobby Byrd ikilisinin duygusal mizanseni için dahi izlenilmeyi fazlasıyla hak eden filmin ayrıntılı incelemesine geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…

    Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, bir Tate Taylor filmi dışında hepsini bir arada görmemizin pek fazla mümkün olamayacağını düşündüğümüz farklı bir oyuncu kadrosu profiline sahip olan müzikal bir şov olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…

    Soul müziğin vaftiz babası (“Godfather of Soul”) olarak bilinen ve öyle de adlandırılan James Brown’ın (Chadwick Boseman) yaşam öyküsünün anlatıldığı filmde Tate Taylor, James Brown’ın doğduğu günden – öldüğü güne kadar olan süreci düz bir kronolojik çizgide sunmak yerine yurtdışındaki pek çok sinema eleştirmeninin fabrika ayar ve ezberlerini bozarak onları çatlatmak pahasına da olsa “çalkalaya çalkalaya” sunmuş…

    Öyle ki, örneğin James Brown’ın menajeri ve yakın dostu olan Ben Bart’ın (Dan Aykroyd) hangi nedenle ve nerede öldüğünü ancak cenaze töreni yapılıp bittikten sonra öğrenebiliyoruz…

    Ki, zaten filmin açılış sahnesi de James Brown’ın 60 yaşında olduğu 1993 yılında yaşanan bir olay ile başlıyor…

    Bundan sonra da bizim “çalkalamak” olarak tanımladığımız bu tarihsel zıplamalar, 1988, 1939, 1956, 1968 (ve arada yeniden ilk çocukluk yıllarına da dönerek) vs. diyerek film boyunca sürüp gidiyor…

    Ancak Tate Taylor’ın tercih ettiği bu kronolojik kurgu ahengi bozmadığı gibi filmden kopmanıza da neden olmuyor…

    Tam tersine böylesi bir yöntem sayesinde James Brown’ın davranışlarının ardındaki gerçek nedenleri de sıcağı sıcağına öğrenmiş oluyorsunuz…

    Elbette bu filmi ilgiyle izleyebilmek için James Brown’ın ve temsilcisi olduğu tarzın müziklerini de seviyor olmak gerekiyor…

    Zira James Brown bir Freddie Mercury olmadığı gibi "Please, Please, Please" (1956) da bir “Radio Ga Ga” (1984) değil…

    Yani bu film, “Bohemian Rhapsody” (2018) izleyicisini pek açmaz…

    Hatta daha da kötüsü, biraz kasabilir de…

    Filmin oyuncu kadrosuna gelince…

    En baştaki ilk tespitimizde de vurguladığımız gibi oldukça renkli (ve biraz da sıra dışı) olarak nitelendirilebilecek bir casting ile çıkmış karşımıza Tate Taylor…

    Başroldeki Chadwick Boseman ve Nelsan Ellis (Bobby Byrd) dışında “The Blues Brothers” (1980) ve “Ghostbusters” serisi ile tanıdığımız Dan Aykroyd’dan “The Walking Dead” (2010 – 2018) ve “Fear the Walking Dead” (2018 – 2021) ile hayatlarımıza girmiş olan Lennie James’a (baba Joe Brown) kadar kimi arasanız var bu filmde…

    Hele daha önce Taylor’ın “The Help” (2011) filminde de oynamış olan 1 Academy, 1 Golden Globes ve 1 BAFTA ödüllü Viola Davis (anne Susie Brown) ile yine her ikisi de Tate Taylor filmi olan ve kendisine birer Academy, Golden Globes ve BAFTA ödülü kazandıran “The Help” (2011) ile “Ma” (2019) filmlerinde de oynamış olan Octavia Spencer’ı görmek, uzun yıllardır görmediğimiz bir dostu yeniden görmüş olmak kadar sevindiriciydi bizim için…

    Tabii ki, 139 dakikalık bu filmde anlatılanlar bizim burada sıraladıklarımız ile sınırlı değil…

    Ama onları keşfetme işini de yorumumuz sonrasında meraka kapılarak filmi izlemeye karar verecek olanlara bırakmak istedik…

    Belki, yine klasik bir laf olacak ama şu ana kadar tek bir “spoiler” dahi vermeden yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…

    İlk önerimize gelince:

    O hakkımızı da bu kez; “The Girl on the Train” (2016) filmindeki yorumumuzun bir kısmını tekrarlamış olmak pahasına, nitelikli film izlemeyi alışkanlık haline getiren sinemasever dostlara, “Tate Taylor gibi az ama öz işlere imza atan yönetmenlerin filmlerine, yapılan olumsuz eleştiri ve verilen olumsuz puanların hiçbirini ciddiye dahi almadan izleme listelerinizde yer vermeyi unutmayın” diye seslenerek kullanmak istiyoruz…

    Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de eğer halen izlemediyseniz “bir şans da siz verebilirsiniz” şeklinde olacak…

    Keyifli seyirler,
    Esra G.
    Esra G.

    3 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    5 Haziran 2015 tarihinde eklendi
    Yaşamının son yılında İstanbul'da da bir konser veren James Brown'un (1933-2006) hayatını anlatan film sanırım Türkiye'de henüz vizyona gitmedi (o nedenle filmin Türkçe adını yazamıyorum). Kilise korolarında söylediği şarkılardan R & B müzik ve soul müziğe doğru yelken açan James Brown'un yirminci yüzyıl dünya müzik tarihine olan katkısı tartışılamaz (kendisi Soul müziğin babası olarak bilinmektedir - The Godfather of Soul). Get on Up, James Brown'un Güney Karolina'nın sefil bölgelerinde başlayan hayatının Atlanta'da ne şekilde yükseldiğini hayatının farklı zaman dilimlerinden kesitler sunarak anlatıyor.
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top