Hesabım
    Kıyamet Günü
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Kıyamet Günü

    Kaliteli bir felaket filmi...

    Yazar: Murat Özer

    Juan Antonio Bayona'nın ismini ilk duyduğumuz çalışması, kendisinin de ilk uzun metrajlı sinema filmi olan Yetimhane (El Orfanato)'ydi. Guillermo del Toro desteğiyle hayata geçen bu proje, genç sinemacının yönetmenlik becerilerinin küçümsenemeyecek boyutta olduğunu gösteriyordu. Gerilim atmosferini yaratıp bunu istikrarlı biçimde tırmandırmayı başarabilen bir isim olduğunu düşünmüştük. Yeni bir Alejandro Amenábar vakasıyla karşılaşmış olabileceğimizi de bir kenara not etmiştik, aralarında büyük yaş farkı olmamasına rağmen. İspanyol sinemasının bugününü yalnızca Pedro Almodóvar'a emanet etmek haksızlık olacaktı

    "Yetimhane"nin üzerinden beş yıl geçti ve Bayona'nın yeni filmi Kıyamet Günü (The Impossible) geldi karşımıza. Amenábar'ın üçüncü filminde ulaştığı noktaya ikinci çalışmasında gelmişti Bayona; uluslararası bir kadroyla İngilizce bir film çekmişti. Hem de öyle böyle değil, epeyce iddialı bir şekilde dalmıştı uluslararası piyasaya.

    Bizim bu filmde ne gördüğümüze, gördüklerimizi nasıl okuduğumuza gelince... "Kıyamet Günü", bildiğiniz gibi, 2004'teki tsunami felaketini bir aile özelinde anlatıyor. Beş kişilik İspanyol bir ailenin gerçek hikâyesini yansıtan film, uluslararası koşulların talep ettiği biçimde aileyi İngiliz yapıyor, başrollere de Naomi Watts ve Ewan McGregor gibi iki önemli simayı yerleştiriyor. Gerçeklerden yansıyan hikâyelerin tümüyle gerçekiğe tutunmak zorunda olması gibi bir takıntımız yok, dolayısıyla bu tercihleri yadırgamıyoruz.

    Bu filmin anlattıkları, söylemeye çalıştıkları arasında bizi en çok çarpanı ‘kurtuluş' hikâyesi tabii ki. Aile kavramı üzerine yaptığı aşırı vurgu ve özellikle finaldeki ‘yabancılaştırıcı' söylemi bir kenara bırakırsak, bu hikâyeden tatmin edici bir sonuç çıktığını söyleyebiliriz. Ailenin tatil için Tayland'a gelişi, ardından yaşanan tsunami felaketi, anne ile büyük oğlunun birbirlerine tutunarak kurtulma çabaları dört dörtlük. Özellikle tsunami sırasında yaşananların gerçekliği, izleyeni ‘çamurlu deniz suyu' içmiş kıvama sokuyor, ki bu bölümdeki teknik düzeyin üst düzeyde olduğunu da belirtelim. Önüne geleni silip süpüren suda verilen mücadeleyi kusursuz yansıtan bu sahneler, film için bir tür ‘kesintisiz güç kaynağı' vazifesi görüyor. Bu sahneleri izledikten sonra düşen tempoya sabretmemizi bu kaynağa borçluyuz.

    Anne ile oğul özelinde süregiden hikâyeye baba ile iki küçük oğul girdiğinde epeyce düşüyor filmin ritmi. Ama bu kez de duygusal titreşimler devreye giriyor ve ailenin bir araya gelmesi için harcanan çabanın ipuçlarıyla idare etmeye başlıyoruz. Dediğimiz gibi, bu noktadan sonra ‘kurtuluş' hikâyesi etkisini kaybediyor ve ‘aile' kavramının yüceliği üzerine bir ‘duygu sağanağı' alıyor sırayı. İş bu noktaya gelince, ilk bölümdeki sarsıcı hikâye anlatımı da sekteye uğruyor ve tekdüze bir yapıya terk ediyor yerini. Yönetmen Juan Antonio Bayona, izleyicinin duygularını zorlayan sahnelerle finale doğru ilerlemeye başlıyor, ailenin eksiksiz bir araya gelmesi için elinden geleni yapıyor. Onları birbirlerinden tümüyle koparıyor önce, üç parçaya bölüyor, sonra yeniden bir araya getiriyor. Ancak bu hamlelerin hep beklenen biçimde gerçekleşmesi, dile getirdiğimiz tekdüzeliği destekliyor ve ‘ağlayabilmek' için seyrettiğimiz bir yöne doğru akıtıyor filmi. Finaldeki ‘sigorta' vurgusuysa filmin tahammül edilemeyen tek yanı; bu vurgu olmadan da hikâyenin tamamlandığı ortadayken, böylesi bir tarcihin kendini göstermesini yadırgıyoruz ister istemez.

    Naomi Watts ve Ewan McGregor'dan isimlerini altını dolduran oyunculuklar izlediğimiz "Kıyamet Günü"nün bu anlamda yıldızıysa büyük oğlu canlandıran Tom Holland oluyor. Küçük aktör, filmin her aşamasında öne çıkıyor, bütün ayrıntılarda yerini alıyor, hikâyenin kırılma noktalarını anlamlandıran karaktere dönüşüyor. Kimi anlarda abartılı noktalara gitse de, filmi baştan sona taşıdığını söyleyebiliriz.

    Sözün kısası, iyi bir film olmuş "Kıyamet Günü", özellikle ilk yarısındaki mükemmelliğin etkisiyle. Ağlama ihtiyacı duyanları salonlara davet ettiğiyse bir gerçek. Kendinizi kaptırırsanız, göz pınarlarınızı kurutma tehlikesi de var!

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top