Altın portakal ödüllü nitelikli ve değişken kurgulu bir yeşilçam filmi. Yönetmen Atıf Yılmaz olunca ister istemez ilginç bir yapım ortaya çıkıyor. Atıf Yılmaz'ın Selvi Boylum Al Yazmalım filmi kadar olmasada çekim yılı itibarı ile hayli cesur ve pozitif olmuş. Oyunculuklar vasat ama senaryo o kadar iyi ki bu olumsuzluğu gölgede bırakıyor. Çocuk oyuncu galiba İnci rolünde oynayan Burçak Çerezcioğlu 1995 yılında lösemi hastalığından aramızdan ayrılmıştı. Filmde insan izlerken garip bir üzüntüye kapılıyor. Keza Fatoş rolünde oynayan Fatoş Sezer'de geçen sene aramızdan ayrıldı. Değerler bir bir kayboluyorlar. Film aldığı ödülü haketmiş. İzlemeye değer filmlerimizden.
Steril, sofistike bir hayat sürerken aniden orta direk koşullarında kapana kısılsanız ne olurdu? Bence dünyada bir eşinin olmadığı (çünkü öykü gerçekten bize ait, başka kültüre uyarlanabilir mi bilmiyorum) bu başyapıtta işte bu anlatılıyor. Bakış açınıza göre fantastik, dram veya komedi olabilir. Ama benim için tam bir korku filmiydi. Hem de tam Polanskivari yöntemlerle...Bohem bir hayat süren kadın (Müjde Ar)tiyatro oyuncusu. Cinsel özgürlükçü ve avamlıktan kendini olabildiğince soyutladığını zannediyor. Ama para kazanması lazım. Mecburen bir şampuan reklamında oynayacak, parasını alacak ve bu yaptığını unutacak. Üstelik kocasını ve çocuklarını canlandıran oyuncular da oldukça asab bozucu. Özellikle kocasını canlandıran Macit Koper döktürüyor. Bu adam tam bir korku filmi karakteri. Kadın duşta rolüne fazlasıyla kaptırıyor ve gözlerini açtığında kendisini bambaşka bir dünyada buluyor. Reklamdaki sanal ailenin gerçek olması ve kadının bu hayata sıkışıp kalmasıyla tırmanan gerginlik, kadının eski arkadaşları tarafından tanınmaması ile artıyor. Filmde çok komik sahneler de var. Evde kendini oyuncu zanneden bir kadının yeri tabii ki tımarhanedir. Karakterimiz burada koğuş arkadaşlarıyla beraber (ki hezeyanlıdır kendileri) izledikleri reklam filmindeki kıza çok acır: 'Yazık... Ne kadar da genç...'Kadın debelendikçe daha da dibe batar. Onu doğru yola getirmeye çalışan, eski öğretmen olduğu için istediği şeyi yapmaya hakkı olduğunu düşünen (bu da toplumsal bir hezeyan değil midir?) kaynanasının 'dunganga'laması üzerimize üzerimize gelirken; evden kaçmayı tercih eden kadıncağız eşine mektup bırakır: 'Sevgili kocacığım seninle birçok şey yaşadık... Yaşamışızdır herhalde...'. Ama hiç bir şey çare etmez, her defasında yolu Roma'ya çıkar. Tek çözüm kalmıştır. Hayatının rolünü benimsemek (orta direk ev hanımlarının hepsi hayatının rolünü giyinirler zaten). Hatta oidipus kompleksli oğluna bir kardeş getirmek isteyecek kadar 'ana tavuk' havasına girer. Konusu, konunun işlenişi, oyunculuk, atmosfer hatta müziğiyle bile eşsiz bir baş eser.
toplumun kadınlara ve erkeklere biçtiği rollere karşı güçlü bir eleştiri... üstelik fazlasıyla vurucuydu, "akıl oyunları" gibi beklenmedik gelişmelerin iki katına çıktığını düşünün...
Çok özgün bir konu. Her ne kadar yan karakterlerin amatörlüğü filme çok büyük darbe vuruyorsa da Müjde Ar, Macit Koper, Füsun Demirel, Tarik Pabuccuoglu gibi ustalar filmi kurtarmayı başarıyor. Türk sinemasının 'bir çok zorluğa rağmen' film yapılabilen bu dönemine saygı durmak açısından izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. [7/10]
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.