Hesabım
    Paterson
    Ortalama puan
    3,4
    19 Puanlama
    Paterson hakkında görüşlerin ?

    5 Kullanıcı yorumları

    5
    1 Eleştiri
    4
    3 Eleştiri
    3
    1 Eleştiri
    2
    0 Eleştiri
    1
    0 Eleştiri
    0
    0 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    rudeonerudeone
    rudeonerudeone

    Takipçi 1.698 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    26 Nisan 2017 tarihinde eklendi
    Paterson, New Jersey. Şehriyle bu derece bütünleşmeyi başaran film sayısı azdır. İzlediğimiz her şeyin derininde o var film boyunca. Daha önce gittiğim, bulunduğum bir şehir değildi. Ancak Jarmusch bana Paterson'ı gitmeden, görmeden sevdirdi. Filmin ismi New Jersey'nin şehrinden mi, baş karakterinden mi, yoksa otobüsten mi geliyor bilinmez, bakış açısına göre değişir ancak sanki hepsi birlikte, bir arada bir Paterson imgesi oluşturuyorlar. Adam Driver'ın sade, gösterişsiz, ancak kesinlikle üst düzey oyunculuğu göze çarpıyor. Son dönemin yükselen isimlerinden. Otobüsüyle şehrin sokaklarında dolaşırken, arka planda hafif müzik eşliğinde ekranda Adam Driver'ın dikkat çekici sesiyle okuduğu mısraların akması uzun süre unutulmayacak cinsten. Sıradan insanlar, sıradan hayatlar. Ancak çok güzel işleniyorlar. Senenin görülmesi gereken filmlerinden. Dinlendirici, sakinleştirici.
    Deniz O.
    Deniz O.

    Takipçi 170 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    23 Nisan 2017 tarihinde eklendi
    ...Hayatımıza giren yüzlerce insan ve başımıza gelen olaylar, derinde bizim zihin ile anlamakta zorlandığımız bir mekanizma ile çalışır. Özellikle de bize yakın insanlar çoğu zaman bize aynalık yapar. Bazen birbirine o kadar zıt insanları bir arada görürüz ve biraz şaşırırız. Oysa bu insanlar birbirlerini severek bir araya gelmiş olsalar da bilinçaltı düzeyde farklı dinamikler rol oynuyor olabilir.

    Paterson filminin kahramanı, Paterson’da oturan Paterson isimli genç otobüs şoförüdür. Son derece rutin ve renksiz bir iş yaparken içine kapanık bir hali vardır. Eşi Laura ise çalışmamaktadır. Evdeki her şeyi devamlı siyah ve beyaz olacak şekilde boyarken, filmdeki karşıtlığı sergiler gibidir. Paterson’ın sabit ve rutin işinin aksine, Laura devamlı yeni ve yaratıcı projeler geliştirir. Bir gün gitar alıp şarkıcı olması gerektiğini düşünürken, bir gün cupcake yarışmasına katılmak için kolları sıvar. İlginç ilginç yemekler yaparken, Paterson yemeği beğenmediğini bile söyleyemez. Eşine tüm projelerinde destek olmak ister, ancak hiç bir konuda kendini ifade edemez. Evlerindeki köpeği bile akşamları kendisi gezdirmeye götürür. İkisi de birbirinin bastırdıkları veya görmek istemedikleri yanlarını sergilerler...

    Yazının tamamı blog'ta...
    Alp T.
    Alp T.

    Takipçi 441 değerlendirmeler Takip Et!

    4,5
    31 Ağustos 2017 tarihinde eklendi
    Nihayet! Ta Şubat ayından beri izlemeye hiç fırsat bulamadığım Paterson'ı nihayet 2 hafta önce Başka Çarşamba ile sinemada izleme fırsatı buldum. Çünkü filmi evde izlemeye çalışırken sürekli ertelediğim için sinemada izlemek benim için çok iyi oldu. Şunu söyleyebilirim ki, bu filme girerken filmin aşırı monoton olacağını ve çıkan sonucu sadece iyi bulacağımı biliyordum. Ama bu filme bayılacağım aklımın ucundan bile geçmezdi çünkü Paterson, bu yıl gördüğüm en iyi filmlerden birisi. Bu film beni gerçekten şaşırttı!

    Filmin konusunu yazmaya pek lüzum yok çünkü eğer hikayenin çekirdeğine bakarsanız, bütün film sırf ana karakter Paterson'ın sabah işe gitmesi, akşam eve gelip sevgilisi Laura ile yemek yemesi ve uyuması hakkında. Film boyunca hiç sıra dışı bir olay yaşanmıyor, patlama vb. gibi absürt olaylar olmuyor. Filmin kendisi işte bu kadar sade.

    Ve sinemada böyle bir filmi görmek benim için gerçekten de ferahlatıcıydı çünkü son zamanlarda sürekli süper kahraman filmleri, rebootlar veya dev bütçeli filmler izleyip duruyoruz ve gerçek hayatın içinde geçen işleri neredeyse hiç izlemiyoruz. Ve Paterson da tam anlamıyla hayatın içinden olup yaşamı bütün doğallığıyla yansıtmayı başaran, izlemesi son derece keyifli, içinizi ısıtan bir film.

    Öncelikle Jim Jarmusch'un yönetmenliğine tek kelimeyle bayıldım. Jarmusch, önceden adını çok duyduğum bir yönetmen olmasına rağmen onun filmlerini izlemeye pek ilgi duymamıştım. Ama Paterson'ı izledikten sonra Jarmusch'un yaptığı bütün filmleri acilen izleme ihtiyacı hissettim.

    Jarmusch'un bu filmde yapmayı başardığı en büyük şey, anı yakalamak olmuş. İzlerken her ne kadar bir film izlediğinizi bilmenize rağmen yönetmenin bu filme yaklaşımı o kadar doğal ki, film sırasında gerçek insanların yanındaymışsınız gibi hissediyorsunuz. Anı yakalamak, gerçekten de başarması zor bir iş. Ve Paterson da bunu layığı ile başarmış!

    Ayrıca oyunculuklardan da bahsetmemek olmaz. Hatta bırakın oyunculuğu, filmde gerçek insanlar izliyor gibiydim! Adam Driver, açık ara kariyerinin en iyi performansını sergilemiş. Ayrıca onun sevgilisini canlandıran Golshifteh Farahani de çok samimiydi. Hatta filmdeki bütün oyuncular öyleydi, her kişilik ayrı bir samimiyete sahipti.

    Filmin sorunlarına gelirsek her ne kadar filmin kendisiyle bir sorunum olmasa da Paterson, herkesin kolayca izleyebileceği bir film değil. Ev ortamında izlemeye çalışırsanız sıkılmanız veya sürekli ara vererek izlemeniz muhtemel. Film sıkıcı olduğundan değil, monoton havası yüzünden. Ve her ne kadar bu filmin öyle bir havası olsa da gerçekten, bu filmi izlemeye çalışın. Özellikle de sinema ortamında. Çünkü bu filmi size ne kadar tavsiye etsem azdır, her anlamıyla görülmesi gereken eşsiz bir iş.

    Uzun lafın kısası, her ne kadar Paterson yeni kuralları yıkan dev bir film olmasa da işin asıl güzelliği işte buradan geliyor; sadeliğinden. Paterson, o kadar sade ve doğal bir film ki, bütün filmin sahip olduğu samimi hava içinize işliyor ve bütün filmi yüzünüzde bir gülümseme izliyorsunuz. Ayrıca filmin son 20 dakikası ve her şeyin birbirine bağlanış tarzı kusursuzdu. Ne yapıp ne edip, izleyin bu filmi. Ama sakın büyük bir beklentiye kapılmayın, sadece içinizi ısıtacak farklı bir deneyime hazır olun. İyi seyirler.

    FİLMİN İYİ YANLARI:

    + Adam Driver ve Golshifteh Farahani'nin samimi oyunculukları.

    + Jim Jarmusch'un anı yakalamayı başaran, sade yönetmenliği.

    + Son 20 dakikası.

    + İzlerken içinizi ısıtan işleniş tarzı.

    FİLMİN KÖTÜ YANLARI:

    - Kolayca tekrar tekrar izlenebilecek bir film olmaması.

    TOPLAM PUAN: 9.1/10
    Turgay Buğdacigil
    Turgay Buğdacigil

    Takipçi 1.882 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    22 Şubat 2021 tarihinde eklendi
    Senaryosunu da yazan Jim Jarmusch’un yönetmen koltuğunda oturduğu “Paterson”, Paterson, New Jersey’de yaşayan Paterson (Adam Driver) ve Laura (Golshifteh Farahani çifti ile çevrelerindeki insanların bir haftalık yaşam döngülerine odaklanılan sıra dışı bir film olmuş...

    Gelin isterseniz öncelikle o günlerin bir kısmına daha yakından bakarak Jarmusch’un zihnindekileri okumaya çalışalım...

    Günlerden Pazartesi:
    Saat sabahın altısında, önce Paterson ardından da ikiz bebeklerinin olduğu güzel bir rüya gördüğünü söyleyen Laura uyanıverir...

    Ancak Laura, ısıtmış olduğu yatağını terk etmeye kıyamadığı için Paterson kahvaltısını tek başına yaparak dışarıya çıkar...

    “Evlerinde bol miktarda kibrit bulunduğunu ve yeni favorilerinin Ohio Blue Tip olduğunu” mırıldanarak işine giden kahramanımız, konuya ilişkin notlarını gün boyunca kullanacağı otobüsün direksiyonunda defterine hızlıca yazarken garaj amirlerinden dertleri katlanarak artan Donny (Rizwan Manji) görünüverir...

    Zira otobüs şoförü olan Paterson’ın garajdan çıkarak gün boyu turlayacağı şehrin caddelerinde yola koyulma vakti gelmiştir...

    Öğlen yemeği molasında da üç ciltlik “İlahi Komedya” isimli eserinde Cehennem’e, Araf’a ve Cennet’e yaptığı düşsel bir geziyi destanlaştırmış olan Dante Alighieri ve çok sevdiği Laura’nın resimlerinin bulunduğu, maden ocaklarındaki yirminci yüzyıldan kalma madencilerininkini anımsatan “eski moda metal çantasındaki” sandviçi yedikten sonra da aklına gelen dizeleri defterine notlar halinde almaya devam eder...

    Akşam eve döndüğünde yazdıklarının şiir, Laura’nın hayalinin de kendi mutfağında ürettiği cup kekleri satarak zengin olmak olduğunu öğreniyoruz...

    Köpekleri Marvin’i (Nellie) akşam yürüyüşüne çıkartan Paterson, her zamanki gibi oturttuğu Marvin’i bağlayarak birasını yudumlayarak günün yorgunluğunu atmak üzere Doc’ın (Barry Shabaka Henley) barına girer...

    Ki, bilardo oynayan Sam (Trevor Parham) ile ilk kez görerek yeni tanıştığı ikiz kardeşi Dave’de (Troy Parham) oradadır...

    Salı:
    Bu gününün Pazartesi’den en büyük farkı İran asıllı Laura’nın Pers İmparatorluğu günlerine ilişkin rüyasının yanı sıra her gün değişen otobüs yolcularının aralarında yaptıkları hayata dair ilginç sohbetlerdir...

    Paterson’dan şiirlerinin bir kopyasını talep eden Laura bu kez, şarkıcı olmayı kafasına koymuş olup youtube da gördüğü birkaç yüz dolarlık bir gitarı satın almak istemektedir...

    Günün son rutini olan Shades Bar’daki gecede yeni simalar Marie (Chasten Harmon) ile onun terk ettiği Everett’dır (William Jackson Harper) ...

    Çarşamba:
    Tek değişiklik gitarı sipariş etmiş olan Laura’nın bugün perdeleri değil evin duvarını boyuyor olmasıdır...

    Geride ertesi hafta başına kadar özellikle de Paterson’un, başına geleceğini asla tahmin dahi etmediği bir şokun da yaşanacağı dört gün daha var ama mevzunun anlatımını biz burada keseceğiz...

    Şimdi gelelim diğer hususlara...

    “Okurun anlayabileceği, ama epey çaba göstermesi gereken bir şiir yazmak istediğini” bir şiirinde dile getiren radikal biçimde yalınlığı ile yalnız Amerikan şiirine değil modernist şiire de damga vurmuş olan yirminci yüzyıl Amerikan şiirinin belki de en Amerikalı sayılabilecek şairi Rutherford, New Jersey’li William Carlos Williams ile siyah – beyaz sinema günlerinin “Island of Lost Souls” (1932) ve “Bud Abbott (Paterson, New Jersey’li) Lou Costello Meet Frankenstein” (1948) filmlerine yapılan saygı duruşu, “nostalji” denilerek basitçe geçiştirilecek şeyler olamaz...

    Ancak “spoiler” vermiş olmamak adına ayrıntılarına girmeyeceğiz...

    Aynen içinde bulunduğumuz teknoloji çağında Paterson’ın aklına estikçe defterine not ettiği şiirleri, zahmet edip bir bilgisayara ve hatta bir bellek kartına aktararak “tam garanti” altına almak yerine sokakta bir akşam iş çıkışı tesadüfen karşılaşarak tanıştığı, “çocuk denilecek” on yaşındaki genç şaire (Sterling Jerins) benzer bir biçimde sadece defterinin içinde tutmasına hiç değinmeyeceğimiz gibi...

    Hani bizce, o defterin içinde eksik olan tek şey de kurutulmuş gül, menekşe ve sair gibi çok eski yıllardan kalmış olan antika alışkanlıklar...

    Elbette Paterson’ın cep telefonu kullanmayı reddetmesi de ayrı bir bahis...

    Hele de Paterson’ın, (yüzde yüz katıldığımız) “Tercüme şiir yağmurluk ile duş yapmak gibidir” diyen bir Japon şair (Masatoshi Nagase) ile yaptığı söyleşi de öyle “laf olsun, torba dolsun” şeklinde senaryolar kaleme alarak filmler çekmeyen Jarmusch düşünülünce, hiç de yabana atılacak cinsten değildir...

    Aradan geçen bunca zamana rağmen bugüne kadar izlememiş olalar ile yorumumuzda “dikkat çektiğimiz hususları” ıskalamış olanlara, bu “beyin yakıcı” filmi izlemelerini hararetle öneriyoruz...

    Keyifli seyirler,
    buprak
    buprak

    5 değerlendirmeler Takip Et!

    5,0
    10 Mart 2017 tarihinde eklendi
    Paterson çok özel bir adam, "Paterson" filmi ise bu çok özel adamı anlatan çok özel bir film. Bir film süresince bile olsa Paterson'un sevgi ve huzur dolu sakin dünyasında olmak çok güzel bir deneyimdi..
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top