Hesabım
    Kare
    Ortalama puan
    3,7
    27 Puanlama
    Kare hakkında görüşlerin ?

    5 Kullanıcı yorumları

    5
    0 Eleştiri
    4
    4 Eleştiri
    3
    1 Eleştiri
    2
    0 Eleştiri
    1
    0 Eleştiri
    0
    0 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Alp T.
    Alp T.

    Takipçi 441 değerlendirmeler Takip Et!

    4,5
    14 Ekim 2017 tarihinde eklendi
    Bu yıl şaşırtıcı bir şekilde Cannes'de Altın Palmiye ödülünü kazanmayı başaran The Square, yönetmen Ruben Östlund'un bir önceki filmi Turist ile benzer temalara ve işlenişe sahip. Bu iki film de insanların belli olmayan bir şekilde yaşadıkları şeyleri sorgulamasını anlatıyor aslında. Her ne kadar Turist filmi bunu "kendisini iyi bir koca olarak gören ana karakterin tehlikeli bir anda ailesini bırakması" olarak basit bir şekilde işlemiş olsa da, The Square bundan çok daha karışık ve iddialı bir film. Hatta daha önceden eşi benzeri yapılmamış bir iş. Çoğu kişi için eşi benzerinin yapılmamış olması bu filmin iyi veya kötü olduğu anlamına gelmiyor belki ama sırf bu yüzden bile filmin azmini çok takdir ettim.

    Bu yüzden size filmin direk konusundan bahsetmeyeceğim çünkü The Square'in hakkında çok az şey bilerek izlemeniz oldukça önemli. Bu yüzden bu yazı sırasında sadece ana karaktere biraz değineceğim.

    Filmde hikayenin ana karakteri olan Christian'ın günlük hayatını seyrediyoruz. Tıpkı bu dünyada yaşayan normal bir insanlardan birisiymiş gibi hisseden Christian, filmin süresi ilerledikçe yaptığı tercihlerle kendi kişiliği arasında çelişmeye başlıyor. Bu esnada The Square, aslında insanlığın ne hale geldiğini ve yapılan düşüncesiz tercihlerin nasıl etkili sonuçlar doğurduğunu gösteren bir aynaya dönüşüyor adeta.

    Şimdi diyebilirsiniz; "Bunu bir sürü filmde gördük zaten, The Square de bunlardan farkı yokmuş gibi görünüyor." Ama yanılıyorsunuz. The Square'i özel kılan şey konusu değil, işlenişinde saklı. Film insanlığa dair bu şeyleri anlatırken seyirciyi kızdıracak görüntüler, sizi duygusal açıdan sömürecek şeyler kullanmıyor. Bu film kimseye parmak doğrultmuyor, hatta yargılamıyor bile. Hatta bunun aksine The Square, karanlık bir dram filminden ziyade bir komedi filmi aslında. Ruben Östlund, böyle bir konuyu o kadar komik ve güncel bir şekilde ele almış ki, filmi izlerken gülmekten yerlere yatıyorsunuz. Bu sayede de filmin vermek istediği mesajı çok net bir şekilde görüyorsunuz.

    The Square, bildiğiniz filmlerden değil. Konusundan ve yönetmenliğinden ziyade, hikayesi alışmış olduğunuz sahne sıralamasını içermiyor. Çünkü filmlerde genellikle yönetmen bir şeyi vurgulamak için ana karakterin bir şeyi yapmak için karar vermesini, bundan sonra da gelecek sahneyi hızlıca geçiştirerek sonuca hemen varmamızı istiyor. The Square ise bu ara geçiş sahnelerini olduğu şekilde gösteriyor. Çoğu kişi bu sahneleri gereksiz ve aşırı uzun bulabilir. Ben ise son derece yaratıcı ve ferahlatıcı buldum.

    Filmin ana karakteri Christian'ı canlandıran Claes Bang izlemesi çok keyifli olan bir performans sergilemiş. Hatta geçtiğimiz ay Emmy kazanmayı başaran Elisabeth Moss da çok başarılıydı. Genel itibariyle filmdeki bütün oyuncu kadrosunun performansları kusursuzdu. Böyle yaratıcı bir film, oyuncuların yeteneklerini daha da fark etmemi sağladı.

    Ruben Östlund'un yönetmeliği ise resmen dahiceydi. Gözlemci bakış açısıyla çekilmiş olan uzun sahnelerin yanı sıra, böyle bir konsepti olabilecek en özgün ve komik bir şekilde ele almayı başarmış olması ise takdire şayandı. Östlund'un Turist filmini oldukça iyi bulmuş olsam da, The Square ile kendisini aştığını düşünüyorum.

    The Square hakkında sadece tek bir sorunum var, o da süresi. Her ne kadar film yaratıcı fikirler ve sizi etkileyecek sahnelerle dolu olsa da (özellikle de bu filmin posterinde geçen sanat galerisi sahnesi benim için ön planda), film hikayesine son noktayı koymak için süresini biraz fazla uzatmış. Mesela son 20-25 dakika içerisinde anlatılan şeyler 10 dakikada da bence. Bu yüzden film bazı anlarda biraz yorucu olabiliyor. Bu filmi çok sevmiş olmama ve izlerken gülmekten yerlere yatmama rağmen, içimde The Square'i hemen yeniden izleme isteği doğmadı. Bir defa izleyip etkileneceğiniz, fakat bundan sonra kolayca tekrar tekrar izleyemeyeceğiniz filmlerden birisi.

    Fakat bunun dışında The Square, bomba gibi bir filmdi. Her ne kadar oyuncuların harika performansları ve yaratıcı senaryo bu filmi ön plana çıkartsa da, The Square'i bu kadar iyi ve eşsiz yapan şey yönetmenliğinde gizli. Ruben Östlund bu filmde inanılmaz bir iş çıkartmış.

    Eğer izlerken sizi düşündürtecek, daha önceden hiç görmediğiniz bir işlenişe sahip olan ve son zamanlarda hiç bu kadar gülmediğiniz bir film izlemek istiyorsanız, The Square'i sakın kaçırmayın. Tam olarak kusursuz değil ama içerisinde iyi olan şeyler o kadar iyi ki, izlerken etkilenmemek elde değil. Altın Palmiye ödülünü böyle sıra dışı bir filmin kazandığını görmek çok güzel. Vizyona girdiğinde sakın kaçırmayın.

    FİLMİN İYİ YANLARI:

    + Ruben Östlund'un dahiyane yönetmenliği.

    + Komik tonu.

    + Harika oyunculuklar.

    + Etkileyici diyaloglar.

    FİLMİN KÖTÜ YANLARI:

    - Bazı sahnelerde film gereğinden biraz fazla uzun hissettiriyor.

    TOPLAM PUAN: 9/10

    Not: Böylece bu yılki Filmekimi festivalini noktalamış olduk. Kısacası bu yıl festivalde gösterilen filmler tek kelimeyle harikaydı (belki Le Fidéle hariç). Ve ben de festivalin içinde izlediğim filmleri en iyiden en kötüye kadar sıraladığım bir liste hazırladım:

    1-) Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (9/10)
    2-) The Square (9/10)
    3-) Wind River (8.6/10)
    4-) Good Time (8.5/10)
    5-) The Shape Of Water (8.3/10)
    6-) Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok (7.2/10)
    7-) Battle Of The Sexes (7/10)
    8- ) The Beguiled (6.9/10)
    9-) The Leisure Seeker (6.6/10)
    10-) Victoria & Abdul (6.5/10)
    11-) Le Fidéle (3.5/10)
    rudeonerudeone
    rudeonerudeone

    Takipçi 1.698 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    25 Şubat 2018 tarihinde eklendi
    Yakın dönemin en önemli filmlerinden biri. Pek çok başlıktan aynı anda bahsediyor aslında. Evet, hepsinin üzerinde 'modern toplum/insan' tespitleri ve eleştirisi var kuşkusuz. Fakat arka planda örneğin 'sanat' var. 'Sınıfsal farklılıklar', 'göçmenlik' var. Alt başlıkları arttırabiliriz. Önemli olan, tüm bu kritik konuların belli bir hikaye, bir kurgu içinde, hiç de göze batmadan, birbirini rahatsız etmeden, hatta birbirine hizmet edecek şekilde ele alınabilmesi. Klasik Kuzey insanı ve toplumunun basit ve günlük gibi görünen olaylar ile aslında ne hallere düşebileceğini görüyoruz. Filmin süresi belki uzun, fakat neredeyse her bir sahnesi, başlı başına üzerine detaylıca konuşulmayı hak ediyor. Boş, gereksiz bir uzunluk değil anlayacağınız. Görülmesi gerekir.
    Deniz O.
    Deniz O.

    Takipçi 170 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    17 Şubat 2019 tarihinde eklendi
    “İnsanlığınıza erişmek için, insanlıktan ne kadar çıkmak gerek?”

    The Square isimli film son derece lüks bir müzenin yöneticisinin iş yerinde ve özel hayatında yaşadığı krizi konu alıyor. Meydan yardım dilenen insanlara bozukluğu olmadığını söylerken, Tesla arabasına binip papyonu ile dolaşan, kendini üstün gören bir yapısı vardır. Yaşadığı olaylar onun biraz daha duyarlı olmasını sağlayacaktır.

    İnsanların arasındaki ayrım giderek artıyor. Mağaralardaki yaşam tarzımız mağazalarda yaşamaya başlayınca oldukça değişti. Sahip olmayı öğrenen insanlık için ayrımın temelleri atıldı. Belki hayatta kalmak için uğraş veriyordu atalarımız... Ancak avlanmak ve beslenmek dışındaki zamanda hayatın tadını çıkarıyor olmalılar. Bu kadar uzak geçmişi tahmin etmemize bile gerek yok. Ortak özellikler gösteren günümüzdeki kabileler ya da yüz sene önceki köy hayatı da aşağı yukarı benzer bir yaşam tarzını gösteriyor bize. Hemen hemen hiç sınıf ayrımının olmadığı, benzer gelir düzeyleri ile kilitsiz kapılar ve güvenilir bir ortam. Doğa ve hayvanlar ile daha yakın ve saygılı bir yaşam.

    Artık ebeveynler çocuklarını dışarıya tek başlarına bırakmıyor veya bıraktıklarında korkunç bir endişe duyuyorlar. Zenginle fakir arasındaki fark artarken, şehirde yaşayan insanlar birbirlerine yabancılaşıyorlar. İş yerinde, sanatta, ilişkilerde ve hatta cinsel hayatta. Gelir düzeylerindeki muazzam uçurum, en alt gelir düzeyindeki kişileri hırsızlığa veya zorbalığa iterken, güven sarsılıyor ve kısır döngü arayı daha da açıyor. Dilenen veya yardım isteyen insanlara dönüp bakmıyoruz bile. Bu kişi gerçek bir dilenci olmasa bile. İş hayatında güvensizlikten dolayı, insanlar robot gibi davranıyor, gerçek fikirlerini söylemek veya samimi geri-bildirim yerine, olması gereken rollerini oynuyorlar.

    Yazının tamamı TuvaletKağıdınaNotlar.com da...
    GoGoBaBa
    GoGoBaBa

    Takipçi 58 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    27 Kasım 2017 tarihinde eklendi
    Beklediğimden iyi değildi maalesef, hatta gereğinden fazla uzun sahneleriyle ilgiyi dağıtmış vermek istediğini yayarak bence sahşımca kişiselgörüşüm enteldantel işine fazla girmiş, hicv yapmış güya, eleştirinin dozunu çıtasını artırıp tribünlere oymak için metaformları göndermeleri fazlaca kullanmış, halbuki yalın ve sade anlatım yerleriyle daha güçlü bir film olmuş, bu kadar uzun süre ile seyirciye eziyet olmuş, iyi yönlerine gölge düşürmüş uzun ve anlamakta zorlanacak kesim tarafına değilde tribünlere yani sanat ödül veren akademik kısma juriye sosyeteye kalbur üstüne yönelik film olmuş, halbuki eleştirdiği kesime hitap ederken aslında koruduğu kesimden fayda gelmeyeceğini biliyorsun madem !?! Damızlık kızın hikayesi dizisi ile Elizabet Moss'u burdaki filmde çok başarılı buldum ama. Heleki ropörtaj dialogları ki anımsatayım "şimdi çantanızı oradan alıp şuraya koysam, artık ona sanat eseri diyebilir miyiz?" vede aslında hemen hemen her sahmesinde vede dialoglarında ki müzede seks sonrası tartıştıklarında ki mimikleri jestleri hareketleri beden dili surayı gözleriyle beğenimizi perçinleştirdi. Tery Notary ise Goril perfonmansını fazla kaçırmış adeta kendini King Kong filminde sanmamış rolünü yaşıyordu, hicv de tam burdan geldi çokda başarılıydı, Oley efendi Goril olmuştu. Zaten Maymunlar Cehennemindeki filmlerinden alışık :P Müze krüatürümüz Ciristin zaten olayı sırtladı götürdü, varoşlardaki haksız yere suçlanan çocukta keza çok başarılıydı, işte bu kadar olumlu şeyi zaten klasik ademoğlu nereye gidiyor, nasıl bir duyarsızlık sergiliyor, yada korktuğunda gorilden tırsıyor, sonra sürü pisikoloji ile vurun kahpeye öldürün pis hayvanı... Derin anlamlar var demiyeceğim zaten iyi bir film izleyeni metaformları hicvleri kapar ama uzatılması bana yönetmenin ödül avcılığını daha çok hedeflemesi subtiminal hedefi olark değerlendirtti. Komediyle hicv yap göndermeni metaformlarla bak öyleydi böyleydi deyip büyük ödülü kapmış olması azbişey değil elbette ama dedim ya bana çok fazla şeye değinmesi ile ( tribünlere oynamak deyimi umarım doğru olur ) ehh işte 10/7 dedirtti.
    martinscorsese
    martinscorsese

    Takipçi 125 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    6 Aralık 2018 tarihinde eklendi
    Filmin en güzel özelliği farklı olması, bazı sahneler uzun ve rahatsız edici ama özellikle seyirciyi rahatsız etmek için uzatılmış. Örneğin yemek sahnesinde ki sanatçı performansı, çok rahatsız edici ama filmin derdini en iyi anlatan sahnede burası. Bence üzerine düşünülmesi gereken bir film.
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top