Hesabım
    Düşüş
    Ortalama puan
    3,1
    1 Puanlama
    Düşüş hakkında görüşlerin ?

    1 Kullanıcı eleştirisi

    5
    0 Eleştiri
    4
    1 Eleştiri
    3
    0 Eleştiri
    2
    0 Eleştiri
    1
    0 Eleştiri
    0
    0 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Turgay Buğdacigil
    Turgay Buğdacigil

    Takipçi 1.884 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    3 Mayıs 2021 tarihinde eklendi
    “Falling”, ilk kez bir senaryo yazmanın yanı sıra (debut) ilk defa yönetmen koltuğunda oturan Viggo Mortensen için:

    “Meğerse içinde ne cevherler varmış da biz bilmiyormuşuz” dediğimiz “mükemmel” bir başlangıç olmuş...

    Özellikle de hayatı çevresindeki herkese zindan etmeyi kendine görev edinmiş olan Willis Peterson karakterinin yaşlılığını canlandıran Lance Henriksen’in seksen yıllık ömrünün tamamında bu kadar “küfür etmemiş” ve “cinsel içerikli konuşmamış” olduğunu tahmin ettiğimiz filmde, Viggo Mortensen’de bir “sabır taşı” edasıyla bu hakaretlere tahammül eden eşcinsel oğul John Peterson’ın erişkinlik halinde oynuyor...

    Ve ister inanın, isterseniz de inanmayın karşılıklı olarak son derece etkileyici bir performans şovu gerçekleştiriyorlar...

    Eminiz sinemadan anlayan hemen herkes bu ikiliden Lance Henriksen’in çıkardığı işe hayran kalarak şapka çıkartacaktır...

    Annesi ile babası kendisi on bir yaşındayken boşanmış olan Mortensen’in bu “kısmen yarı otobiyografik” hikayesinde ilk önce, genç Willis (Sverrir Gudnason) ile karısı Gwen (Hannah Gross) ve bebekleri John (Liam ve Luca Cresctielli) ile tanışıyoruz...

    Günümüze geldiğimizde, kışları ağır geçen bölgedeki çiftliğini satarak Kaliforniya’da ev almayı planlayan Willis ile yanındaki koltukta uyumakta olan oğlu John uçakta birlikte Los Angeles’a doğru giderlerken demans hastalığı ve geçmişi ile ciddi bir iç hesaplaşmanın pençesindeki babasının panik yaparak eski karısı Gwen’in adını sayıklayarak koridorda bağırmaya başlaması üzerine uyanarak onu tuvalete götürür...

    Tuvalette de halen söylenmekte ve 1960’lı yıllarda henüz dört – beş yaşlarındayken John (Grady McKenzie) ile gittikleri yaban ördeği avı günlerini anımsamaktadır...

    Uçaktan indiklerinde aksi ihtiyar Willis, gözlüğünü uçağın tuvaletinde unuttuğunu söyler ve kendisi tembihlendiği şekilde tekerlekli sandalyesinde yanındaki bagajları ile oturup beklemesi gerekirken John gözlüğü almak üzere uçağa geri döner...

    Ancak gözlüğü alıp döndüğünde hayalinde Gwen’in kızları Sarah’a hamile olduğu günlere geri dönen babasının yok olduğunu görünce havalimanı polisinden yardım ister...

    Ama aslında Willis bir yolunu bulup atladığı bir taksi ile eve giderek, uçak pilotluğu yaparak hayatını kazanan oğlunun hemşire olan ve karşılaştıkları her seferde ırkçı bir tavırla küçümsediği uzak doğu kökenli kocası Eric’in (Terry Chen) başına ekşimiştir bile...

    Neyse John’da eve varır da böylelikle Eric’de Willis’ten kurtularak hastanedeki gece vardiyası görevine gider...

    John ile Eric arasındaki bu ilişkiyi, tüm homofobikler gibi garip bulan Willis oğluna, John’un kızı kendisini de torunu olan Monica’nın (Gabby Velis) Eric hakkında ne düşündüğünü sorar...

    Elbette aldığı yanıt olumludur...

    Flashback ile geçmişe döndüğümüzde on – on bir yaşlarındaki John, kız kardeşi Sarah’ın beş yaşlarında olduğu yıllarda üzgün olan annesinin ağladığını görür...

    Hele bir de kendisinin doğum günündeki annesi ile babası arasındaki bir sigara tartışması vardır ki, benzeri bugünde kapalı mekânda sigara içmekte ısrarcı olan Willis ile John arasında da yaşanmaktadır...

    Hepsi bu kadar mı?

    Olur mu hiç...

    Hiçbir biçimde “ağzının ayarı bulunmayan” ve önüne çıkan herkesi kendi üslubunca paylayarak hizaya getirmeye çalışan Willis’in aşırılıkları nedeniyle Gwen çocuklarını da alıp evi terk ettikten sonra yeni partneri olarak Jil (Bracken Burns), mevzuya dahil olacaktır öncelikle...

    İlerleyen bölümlerde ise Willis’in:

    Ağabeyi John’un evindeki bir hafta sonu yemeğinde çocukları suratı piercingli Paula (Ella Jonas Farlinger) ve saçlarını maviye boyayan Will (Piers Bijvoet) ile babasını ziyarete gelen Sarah (Laura Linney) ve tabii David Cronenberg’in canlandırdığı proktolog Dr. Clusner arasında geçen öyle sohbetler var ki, gülmekten kesin bayılacak zaman zaman da sinirlenerek kızacaksınız...

    Oldukça düşük bir bütçeyle çekildiği her halinden belli olan bu bağımsız filmi vizyona girdiğinde kesinlikle kaçırmamanızı öneriyoruz...

    Keyifli seyirler,
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top