Hesabım
    The Power of the Dog
    Ortalama puan
    3,2
    33 Puanlama
    The Power of the Dog hakkında görüşlerin ?

    8 Kullanıcı yorumları

    5
    0 Eleştiri
    4
    2 Eleştiri
    3
    1 Eleştiri
    2
    4 Eleştiri
    1
    1 Eleştiri
    0
    0 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Ayşe Akkuş
    Ayşe Akkuş

    Takipçi 2 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    1 Aralık 2021 tarihinde eklendi
    Piyano (1993) filmiyle Oscar’da En İyi Özgün Senaryo, Cannes’da Altın Palmiye kazanan ve bu prestijli ödülü kazanan ilk kadın olma ayrıcalığına sahip, 78. Venedik Uluslararası Film Festivali‘nin Gümüş Aslan galibi Jane Campion, Bright Star’dan 12 yıl sonra The Power of the Dog ile beyaz perdeye döndü.
    Thomas Savage’ın 1967 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan neo-western bu filmde aynı çatı altında bir çiftlik işleterek hayatını sürdüren, birbirine tamamen zıt iki kardeşin hikayesini izliyoruz. İki kardeşten daha ılımlı ve iyi imaja sahip olan George (Jesse Plemons), genç anne Rose’la (Kirsten Dunst) evlenince iktidar alanındaki tek lider olmaya alışmış, herkesin çekindiği, sert mizaçlı kardeşi Phil’in (Benedict Cumberbatch) rahatı bozuluyor.
    Evin yeni sakinine karşı bir iktidar mücadelesi başlatan ve kaçan huzurunu geri yakalamak için çaba sarf etmeye başlayan Phil, maskülenliğin hakim olduğu topraklarda erkeklere biçilen rollere uygun görünmeyen, Rose’un oğlu Peter’ı (Kodi Smit-McPhee) mücadelesi için yakınına çekmek için uğraş veriyor. Lakin Peter ile olan yakınlaşması hiç hesaba katmadığı noktalara varıyor.
    Kardeşlerden Phil oldukça sert ve muhafazakâr görünen, arkadaşları arasında dominant karakterde biriyken George onun aksine daha uysal, sabırlı ve cana yakın bir insan. Bunu sadece dış görünüşlerine bakarak bile söylemek mümkün. Uzun yıllardır sahip olduğu ve giriş çıkışın pek yaşanmadığı (izin vermiyor) konfor alanına bir başka insanın dahil olması Phil’i ikinci plana itiyor. Sahip olduklarını elinde tutmak isteyen Phil, bu değişime ilk andan itibaren karşı koymaya çalışıyor.
    Rose’a düzenbaz olduğunu ve George’la parası için beraber olduğunu söylerken, Peter’ı ise kendi kriterlerine göre bir erkek olarak bile görmüyor, saygı duymuyor. Tüm bu durumlar evde sürekli bir gerilimin yaşanmasına neden oluyor. Aynı ev içine sığamayan insanlar haline geliyorlar. Rose bu çatışma altında psikolojik olarak eziliyor ve kendini alkolün kollarına atıyor.
    Phil kendi nezdinde savaş olarak gördüğü bu mücadelede ezici taraf olduğunu fark ettikçe bu yanını daha sık göstermeye başlıyor ve rakibinin tabiri caizse can alıcı noktasına hedef alıyor. Özellikle Phil ve Rose sahnelerine bakarsak iletişimlerinde bir sorun olduğu aşikar hatta ortada pek iletişim diyebileceğimiz bir durum da yok. Phil rakibini ciddiye bile almadan adeta bir hayvanla iletişim kurar gibi Rose’la karşılaşınca ıslık çalıyor ya da piyano çaldığı zamanlarda eğlencesini baltalayarak ‘burada yalnız değilsin’ mesajı ile gerilimi arttırmak için elinden geleni yapıyor. Rose için Peter’ın öneminin farkına varan Phil, annesinin uzak tutma çabalarına rağmen Peter ile iletişim kurup onu yanına çekmek için bir nevi zeytin dalı uzatıyor. Koca çiftlikte herkes tarafından varla yok arası olan Peter görünür olmak için bu fırsatı kaçırmıyor ve bir anda kendini savaşın ortasında buluyor.
    Aslında filmin başında oldukça duygusal bir tip olarak görünse de Peter’ın zamanla gerektiğinde ne kadar soğukkanlı olabileceğini anlıyoruz. Özellikle yakaladığı tavşana başta şefkat gösterse bile sonrasında soğukkanlılıkla tavşan üzerinde anatomi çalışması Peter’ın pek de göz ardı edilmemesini gösteren ilk anlardan biri.
    Annesinin günden güne alkol ile yok oluşuna şahit olan Peter, bu mücadelede sadece bir piyon olmadığını ispatlayacak bazı kararlar almaya başlıyor ve öncelikle kaleyi içten fethetmek için bilgi topluyor. Peter tabiri caizse düşmanını tanımaya ve onun güvenini kazanmaya yönelik adımlar atıyor. Phil’in sert ve aşırı eril görüntüsünün arkasındaki herkesten gizlediği eşcinsel yönelimlerinin farkına varıyor. Ata binmeyi kendisine öğreten kişiyle olan bağlılığını sorguluyor. Onun çıplak erkek fotoğraflı dergisini görüyor, çıplak yüzerken seyrediyor. Tüm bunlar kendisini zaten eşcinsel olarak gören Phil’in aklına girmesini kolaylaştırıyor. Hem Phil’in yaptığı işlere ilgi duyuyormuş gibi davranarak (ata binmeyi öğrenmesi, yeri geldiğinde acımasız olması) hem de onunla yakınlaşarak aklına girmeye başlıyor.
    Rose’un çöküşü hız kesmeden devam ederken diğer yandan bu savaşın en can alıcı hamlesini yapıyor. Phil’in sahip olduğu kimsenin dokunmaya bile cesaret edemediği derileri bir kızıl deriliye vererek adeta fitili ateşliyor. O deriler yakılacak olmasına rağmen aslında bu iktidar savaşının önemli unsurlarından, kimsenin sözünü ikilet(e)mediği Phil’in emirleri ilk kez yerine getirilmiyor. O yüzden kendinin yok sayıldığı bu karara Phil adeta ateş püskürüyor.
    Annesi için endişelenen Peter o can alıcı kararı veriyor ve daha öncelerde atıyla gidip şarbondan dolayı ölen bir inekten aldığı derileri, Phil’in ip yapmak için kullandığı deri parçalarının olduğu suyun içine koyuyor. Kıymık sonucu eli yaralanan ve bu yarayı önemsemeyen Phil, o getirilen suya elini sokarak bakterinin kendisine nüfuz etmesini sağlıyor. Böylece önemsenmeyecek bir güç olarak görülen zayıf halka Peter, katilin olmadığı bir cinayet gerçekleştiriyor. Çünkü filmin başında da dediği gibi annesinin mutluluğu için her şeyi yapmaya hazır. Phil’in ölümü bir bakıma annesine de hayat vermiş oluyor.
    Hafif ritimde ilerleyen bu film belki herkese hitap etmeyebilir ama benim beğendiğim bir proje oldu. Sadece üç salonda gösterimi olduğu için bilet bulmak zor oldu ama buna değer bir iş olduğunu düşünüyorum.

    **Çok Önemli Not!** Kitlesel tepkiler, eleştiriler, övgü ya da sövgüler her zaman doğruyu yansıtmaz. Birçok insan hep bir ağızdan bir dizi, film ya da kitabı övdü ya da gömdü diye o işin gerçek karşılığının bu olduğu anlamına gelmez. İzlediğinizde ya da okuduğunuzda sizin de böyle hissedeceğiniz anlamına da gelmiyor. Kendi perspektifinize güvenin, bazen pek çok insanın alamadığı tadı, göremediği inceliği çok eleştirilen bir işten alabileceğimiz ihtimalini her zaman göz önünde tutmak gerekir. 😀
    theyurdal
    theyurdal

    Takipçi 550 değerlendirmeler Takip Et!

    2,0
    28 Şubat 2022 tarihinde eklendi
    Vasatın altı
    Turgay Buğdacigil
    Turgay Buğdacigil

    Takipçi 1.873 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    4 Aralık 2021 tarihinde eklendi
    Senaryosunu da, Thomas Savage'ın aynı isimli (1967) romanından uyarlayarak yazan Jane Campion'un yönetmen koltuğunda oturduğu “The Power of the Dog”, bir western drama olarak geliyor karşımıza...

    Gelin isterseniz; 30 - 39 milyon dolar aralığındaki bir bütçe ile tamamı Yeni Zelanda, Aotearoa'da çekilen ve dünya prömiyeri 2 Eylül 2021 tarihinde Venedik Uluslararası Film Festivalinde yapılan bu Netflix filmine biraz daha yakından bakalım...

    BÖLÜM I

    Montana 1925...

    Mizaçları, birbirine taban tabana zıt olan Phil (Benedict Cumberbatch) ve George Burbank (Jesse Plemons) biraderler, kendilerine anne ve babalarından kalan bir sığır çiftliğini, 25 yıldır birlikte işleterek sayısı bin dokuz yüzü aşan büyük baş hayvanlarını, şarbon hastalığının da yaygın olduğu bir dönemde otlaklara götürmektedirler...

    Yine bu seferlerden birinde, yanlarındaki yedi adamla beraber, hem karınlarını doyurmak ve hem de dinlenmek amacıyla söz konusu Burbank'ler, oğlu Peter'ın (Kodi Smit-McPhee) garson olarak servis yaptığı, kocasını yeni kaybetmiş olan dul Rose Gordon'ın (Kirsten Dunst), mutfağında konuklara yiyecek hazırladığı otelin restoran bölümüne uğrarlar...

    Boş konuşma, ukalalık ve kalp kırma konularında, kimselerin eline su dökemeyeceği Phil orada da, öncelikle Peter ve diğer müşterilerin canını fena halde sıkar...

    Ki, bu durum, Rose'un da üzülerek ağlamasına yol açmıştır...

    BÖLÜM II

    Ertesi sabah, gönlünü almak üzere Rose'a uğrayan George, Peter'ın başka bir yerde olması sebebiyle, aralarında Dr. Herndon (Stephen Lovatt) ve mezarcı Bay Weltz'in de (Stephen Bain) bulunduğu müşterilere, garson olarak hizmet eder...

    Ardından da George, asabını fazlasıyla bozacağı kardeşi Phil dahil kimseye haber vermeksizin Rose ile evleniverir...

    BÖLÜM III

    Yeni evli çiftin ilk işi, Peter'ı bir yatılı okula yerleştirmek olur...

    Sonrasında da, Bayan Lewis (Geneviève Lemon) ve Lola'nın (Thomasin McKenzie), mutfak ve benzeri ev işlerinde yardımcı olarak çalıştıkları çiftliğe geçerek; Phil'in karı koca arasındaki konuşma ve sevişme seslerini duyarak çıldıracağı, bitişiğindeki odayı kendilerine tahsis ederler...

    Vali (Keith Carradine) ve karısının da (Alison Bruce) katılması planlanan yemekli tanışma daveti için eve George, Rose'un çalacağı bir kuyruklu piyano da alır...

    Ancak yaşlı bir bey (Peter Carroll) ile kadının da (Frances Conroy) katıldığı bu yemeğe, yıkanarak temizlenmeyi reddederek huysuzluk yapan Phil iştirak etmez...

    BÖLÜM IV

    Phil'in de gözüne kestirdiği, okulu yaz tatiline giren genç Peter, annesi Rose tarafından çiftlik evine getirilirken birden bire gizli saklı içmeye başlayan aynı Rose'un aslında, oğlunca da gizlenmeye çabalanan bir alkolik olduğunu da keşfederiz...

    Dakika 63...

    Geride sizleri; içinde "dini bir metafor" olarak kullanılan "The Power of the Dog" olan filmin adının, Kral James tercümesi "İnciller (Holy Bibles)" (1604 - 1611) aracılığı ile çok net bir biçimde açıklandığı sahnelerin de yer aldığı, sürpriz gelişmelere gebe bir bölümün daha mevcut olduğu bir 63 dakika daha bekliyor olacak...

    Eminiz, başrollerdeki (ana dilini, son derece pürüzsüz bir şekilde, Oxford - Cambridge Üniversiteleri İngilizcesi seviyesinde konuşabilen) Benedict Cumberbatch ile Jesse Plemons ve Kirsten Dunst üçlüsüne başarıyla eşlik eden dünya sinemasının yükselen değerlerinden Kodi Smit-McPhee ve Thomasin McKenzie'nin renk kattıkları bu filmi fazlasıyla beğeneceksiniz...

    Üstelik bir de, kurguya eşlik eden "yaylı enstrümanların" ağırlıkta olduğu müzikleri beğenen sinemaseverlerdenseniz, şüphesiz bayılacaksınız...

    Keyifli seyirler,
    Ahmet Büke
    Ahmet Büke

    Takipçi 935 değerlendirmeler Takip Et!

    2,5
    24 Ocak 2022 tarihinde eklendi
    birbirine zıt karekterli kardeş iki sığır çobanının filmi.. Çok durağan sıkça sıkıcı.. Gereksiz sahneler çok fazla.. Oyunculuklar gayet iyi.. Kurgu sıkıntılı.. Başı sonu eksik bir film… dönem filmi olmasına istinaden sonuna kadar seyrettim ama çokda hak etmedi bunu
    oscar
    oscar

    Takipçi 86 değerlendirmeler Takip Et!

    2,5
    7 Mart 2022 tarihinde eklendi
    Benedict Camberew'in oyunculuğu ve filmin müzikleri çpk güzeldi. Ama filmde senaryo yoktu. Bazı filmlerde senaryoya çok kötü deriz mesela Recep İvedik'in Konya yerine Kenya'ya gitmesi çok saçmaydı. Ama bunda direkt konu yoktu. Yanlış anlamayın filmi tabi ki Recep İvedik'le kıyaslamıyorum. Ama filmde çokd a bir şey yok. Ama çok sıkıldıysanız izlenecek bir film. Bu filmin Oscar'A 14 dalda aday olmasına inanamıyorum. Kesinlikle böyle bir film değil.
    sinema
    1 ziyaretçi
    4,0
    31 Mart 2022 tarihinde eklendi
    Campion'a en iyi yönetmen ödülünü kazandıran The power of the dog ( Köpeğin pençesi ) filmini ben genel itibariyle beğendim. Birçok izleyeci senaryoyu vasat bulmuş nispeten bu yorumlara katılıyorum ama işlediği konu itibariyle beni tatmin etti. Evet akıcı değildi evet iyi bir sona sahip değildi ama hem gerilim hem dram konusunda bence izlenebilir film. Vuruculuk yönünden daha etkili olsaydı belki en iyi film ödülünü bile alabilirdi. Ama en iyi yönetmen ödülü ile ayrıldı. Ki bence yönetmen her sahnesi bir fotoğraf karesi gibi olan filmiyle bu ödülü sonuna kadar hak etmiş. Oyunculuklar ve müzikleri başarılı buldum. Ama daha iyi kurgulanabilir diye eklemek de istiyorum.
    Orhan Özdemir
    Orhan Özdemir

    4 değerlendirmeler Takip Et!

    1,5
    4 Şubat 2022 tarihinde eklendi
    Her duygu, her karakter değerlidir elbet ama ya "merak" ya "gizem" ya "sürükleyicilik"... Teknik, sanatsal ayrıntıları konuşma haddine tabii ki sahip değilim ama her şeye rağmen bu senaryo koca bir hiç. Dünyanın en iyi restoranında, en iyi aşçıya omlet yaptırmak değil mi bu!? Ölürken ortada bir katil varken kafiyeli şiir yazılmaz, sadece ölünür ya da katilin adını yazarsın... (Kızdım galiba)
    Tulaykesim
    Tulaykesim

    1 değerlendirme Takip Et!

    2,5
    20 Nisan 2022 tarihinde eklendi
    Bence verilmek istenen duygular tam verilememiş. Görsellik süper ama dialoglar yetersiz, şöyle ifade etsem daha iyi olur, sanki kesilmiş gibi hissettim, sahne mi atladım diye düşündüm. Bütünlüğü yakalayamadım. Yere göğe sığdırılamayacak bir film değildi bence.
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top