Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
Evet, “Maria” ilk bakışta daha klasik, hatta melodramatik duruyor. “Gençlik travmaları”, “Onassis ile ilişkisi”, “sesini kaybetme sorunu”, “hayatının son dönemindeki ruh hali”, “yardımcılarıyla ilişkileri” gibi izlekleri ve bence gereksiz “Başkan Kennedy’yle konuşma” sahnesiyle biraz dağınık duruyor. Ama ben yine de başta Jolie ve Bilginer olmak üzere oyunculukları; Larrain’in yönetmenliği, Lachman’ın görüntüleri ve tabi ki Maria Callas’ın o büyüleyici sesinin etkisiyle baştan sona severek seyrettim.
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Milliyet
Yazar: Müjde Işıl
Derin keder içinde, kasvetli ama mağrur görünüşüyle ayakta durmaya çalışan, geçmişin muhasebesini yaparken kaybolan bir Callas çıkartıyor karşımıza. Yine Steven Knight’ın senaryosunu yazdığı “Spencer” ile karşılaştırdığımızda Lady Di’ninki gibi iddialı planlar ve derin bir karakter analizi yok aslında “Maria”da. Belli ki kişisel trajedi kısmında ve daha yakın dönem olmasıyla, Lady Di’nin yaşadıkları daha etkilemiş senaristi. Yine de Callas’ın yalnızlığına, yeteneğini yitirmiş olmakla başa çıkamama hâline duygusal ama gerçekçi bakmayı başarmış “Maria”da. Callas’ın hizmetçileri ile kurduğu ilişkilerdeki umutlu ve umutsuzca ayrıntılar, bu yaklaşımın en verimli örneği.
Eleştirinin tamamı için: Milliyet
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
‘Maria’, Pablo Larraín’ın yazı boyunca bahsettiğim daha önceki iki kadın portresi kadar doyurucu ve etkileyici gelmedi bana. Bunun nedeni sanırım ele aldığı karakterin sanatsal dünyasını yansıtmaya yönelik sinemasal dokunuşlara soyunması ama bu durumun duygusal açıdan üstesinden gelinememesi olmuş. Senaryosunu tıpkı ‘Spencer’da olduğu gibi Steven Knight’ın kaleme aldığı ‘Maria’ kimi etkileyici sahnelere ve güzel kadrajlara sahip, çok değerli bir şahsiyetin geride bıraktığı bir foto albüm havasında... Ama yine de böylesi bir abideyi tanımamış yeni nesil izleyici için görülmesi gereken bir yapım diye düşünüyorum...
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Kendi adıma Jolie’nin birçok aryayı söylerken (yani söyler gibi yaparken) nasıl bir güç ve irade harcadığını görünce, pes dedim!.. Elbette sevgili Haluk Bilginer gerçekten de süperdi. Ve filme çok şey kattı. O artık uluslararası bir sanatçı... Ben Bruna’da Alba Rohrwacher, JFK- John F. Kennedy’de Caspar Philipson, kızkardeş Yakinthi’de Valeria Golino, Mandrax’ta Kodi Smith McPhe ve Ferrucio’da Pierfrancesco Favini’yi de çok beğendim.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Habertürk
Evet, “Maria” ilk bakışta daha klasik, hatta melodramatik duruyor. “Gençlik travmaları”, “Onassis ile ilişkisi”, “sesini kaybetme sorunu”, “hayatının son dönemindeki ruh hali”, “yardımcılarıyla ilişkileri” gibi izlekleri ve bence gereksiz “Başkan Kennedy’yle konuşma” sahnesiyle biraz dağınık duruyor. Ama ben yine de başta Jolie ve Bilginer olmak üzere oyunculukları; Larrain’in yönetmenliği, Lachman’ın görüntüleri ve tabi ki Maria Callas’ın o büyüleyici sesinin etkisiyle baştan sona severek seyrettim.
Milliyet
Derin keder içinde, kasvetli ama mağrur görünüşüyle ayakta durmaya çalışan, geçmişin muhasebesini yaparken kaybolan bir Callas çıkartıyor karşımıza. Yine Steven Knight’ın senaryosunu yazdığı “Spencer” ile karşılaştırdığımızda Lady Di’ninki gibi iddialı planlar ve derin bir karakter analizi yok aslında “Maria”da. Belli ki kişisel trajedi kısmında ve daha yakın dönem olmasıyla, Lady Di’nin yaşadıkları daha etkilemiş senaristi. Yine de Callas’ın yalnızlığına, yeteneğini yitirmiş olmakla başa çıkamama hâline duygusal ama gerçekçi bakmayı başarmış “Maria”da. Callas’ın hizmetçileri ile kurduğu ilişkilerdeki umutlu ve umutsuzca ayrıntılar, bu yaklaşımın en verimli örneği.
Hurriyet
‘Maria’, Pablo Larraín’ın yazı boyunca bahsettiğim daha önceki iki kadın portresi kadar doyurucu ve etkileyici gelmedi bana. Bunun nedeni sanırım ele aldığı karakterin sanatsal dünyasını yansıtmaya yönelik sinemasal dokunuşlara soyunması ama bu durumun duygusal açıdan üstesinden gelinememesi olmuş. Senaryosunu tıpkı ‘Spencer’da olduğu gibi Steven Knight’ın kaleme aldığı ‘Maria’ kimi etkileyici sahnelere ve güzel kadrajlara sahip, çok değerli bir şahsiyetin geride bıraktığı bir foto albüm havasında... Ama yine de böylesi bir abideyi tanımamış yeni nesil izleyici için görülmesi gereken bir yapım diye düşünüyorum...
T24
Kendi adıma Jolie’nin birçok aryayı söylerken (yani söyler gibi yaparken) nasıl bir güç ve irade harcadığını görünce, pes dedim!.. Elbette sevgili Haluk Bilginer gerçekten de süperdi. Ve filme çok şey kattı. O artık uluslararası bir sanatçı... Ben Bruna’da Alba Rohrwacher, JFK- John F. Kennedy’de Caspar Philipson, kızkardeş Yakinthi’de Valeria Golino, Mandrax’ta Kodi Smith McPhe ve Ferrucio’da Pierfrancesco Favini’yi de çok beğendim.