al pacino’nun, o aşmış performanslarından birini daha sergilediği film. ayakta alkışı sonuna kadar hakeder burdaki perfomansıyla ki zaten oscarla ödüllendirilmiştir yarattığı bu karakterle. hoş oscar nedir, kim verir, neye göre verir, o performansın yanında o heykelcik nedir; o ayrı bi tartışmadır zaten ama şu gerçektir ki bu filmde al pacino sanki oyunculuk dersi verir.. evine iş görüşmesi için gelen öğrencisiyle taa filmin başında ilk karşılaşmalarındaki konuşmalarından başlayan mutlak hakimiyeti ve istisnasız, kararlı bir şekilde koruduğu mesafesi; ona yardım ederken, ona bir şeyler öğretirken, ona öğütler verirken, ona veda ederken, ona kızarken de aynı istikrarla devam eder. ve biz bu karaktere aynı anda hem nefret dolarız, hem acırız, hem merhamet ederiz, hem 'vay be, helal olsun' da deriz. al pacino karakteri öyle güzel doldurmuş, öyle güzel yüklemiştir ki yeri gelir de o kadar diktatör tavırlarına rağmen, değneğiyle sağda solda duran sandalyelere çarpa çarpa yürürken veya hayatının belki de en keyifli zamanını geçirip tango yaptığı bayanın ardından gözleri dolu, o anları beyninde düşünceli şekilde yeniden yaşarken ya da gittiği şükran yemeğinde ailesi sayılan, yakınları tarafından istenmeyen, iğneli bakışlara maruz kaldığında, ona için için acırız, ağlarız.. ah işte bi de bi tango sahnesi vardır ki.. o anlatılmaz yaşanır.. orda frank slade’in coşkusunu, sevincini, heyecanını gerçekten de içimizde yaşarız.. o sahnede al pacino resmen gözleriyle oynar ve o anda yaşadığı her duygusunu gözleriyle seyirciye geçirmeyi bilir.. her izleyişimde o tango sahnesinde kitlenip kaldığım filmdir bu..