Kesişen Hayatlar, Kayıp Çocuklar
Yazar: Onur KırşavoğluZach Cregger, "Barbarian"la adından sıkça söz ettirip övgüler topladıktan sonra şimdi de "Weapons" (Silahlar) filmiyle karşımızda. Aynı sınıftaki çocukların, bir tanesi hariç hepsinin ortadan kaybolması hikayesini anlatan filmde, Julia Garner, Josh Brolin, Alden Ehrenreich, Benedict Wong, Amy Madigan, Austin Abrams ve Cary Christopher başrolleri paylaşıyor. "Weapons", korku gerilim türünü sevenleri ziyadesiyle memnun edeceği gibi, 2000’lerin başında sık karşılaştığımız kesişen hayatlar anlatısını da hikayeye çok güzel entegre ediyor. Karakter odaklı epizodik kurgu ise tüm bunları desteklerken, merak unsurunu had safhaya çıkartıyor. "Weapons", şimdilik yılın en iyi filmlerinden biri olarak göze çarpıyor. Son dönem artan, yaratıcı ve klişelerden sıyrılan korku filmleri listesine de önemli bir katkı sunuyor.
Warner Bros.
Film, bir dış sesle ve 17 çocuğun kaybolması bilgisiyle başlıyor. Daha sonra olayın nasıl gerçekleştiğine dair doneler bizi karşılıyor. Bu adımlar atılırken de farklı karakterlerin gözünden olayları tekrar tekrar izliyoruz. Aslında tam olarak tekrar izleme deneyimi de değil bu ve gerçeklik algımızla oynayan küçük numaralar, farklı diyaloglar mevcut. Her birinin finalinde ise ana öyküyü bir tık daha ileriye götürüyoruz. Bunların kurgusal karşılığı ise 90’ların sonu ve 2000’lerin ilk yıllarında Quentin Tarantino, Paul Thomas Anderson ve Alejandro G. Inarritu gibi yönetmenlerin uyguladığı biçimsel tarza benziyor. Burada tabii ki şu farkı not düşmek gerek: Karakterler birbiriyle kesişiyor ama film bunu “tesadüfi” bir kurgu olarak değil; daha çok “sistematik bir kader” olarak sunuyor. İzleyiciler, korku gerilim türü dışında bu tarz anlatıyı seviyorlarsa ya da güzel bir örneğini özledilerse gönül rahatlığıyla salonlara kurulabilirler. Elbette, biçimsel yetkinlikler bununla da sınırlı değil. Atmosfer kurma becerisi dediğimiz yönetmen dokunuşu bu filmde en yüksekten karşımıza çıkıyor. Banliyödeki korkutucu evler, kalabalık ama sessiz ve terk edilmiş gibi görünen kasaba, çocukların ardından hüznü ve gerilimi aynı anda yansıtan boş parklar ve daha nicesi... Bütün bu sahne tercihleri ışık ve gölge oyunlarıyla, en önemlisi de harika bir ses tasarımıyla buluşunca ortaya son derece başarılı bir etki çıkıyor. Ani ve “jump scare” dediğimiz keskin geçişler yerine tekinsizlik ve dehşeti iliklerde hissettiren bir deneyim ön planda. Bir de ortada çok büyük bir belirsizlik olunca izleyici kendini rahatsız hissedecek ve kasabanın tam ortasında konumlanacak.
Çocukların kayboluşu sadece bireysel bir trajedi değil. Film, bunu kışkırtan toplumsal dinamizmi, umursamaz sessizlikleri ve kolektif suçluluk duygusunu da gösteriyor. Hatta ebeveynler üzerinden, bir suçlu bulup bütün rüzgarı onun arkasından estirip vicdan rahatlatma kolaycılığına da vurgu yaparak toplumsal mesajlar da veriyor. Ancak, bir noktadan sonra bunlar arka planda kalıyor ve gizem çözüldükçe (arka planı çok net dolmasa da) film okültizm, ezoterizm ve bağlantılı bazı sonuçlara doğru dümen kırıyor. Filmin tek zayıf noktası da bu konudaki motivasyonun ve arka planın eksikliği. Bir şeyler oluyor, gelişiyor, hatta sonuçlanıyor ama eksik kalıyor. Kafada “neden?” diye dönecek birçok soru işareti kalıyor ama diğer özelliklerin etkisiyle bunu bağrımıza basıyoruz ve görmezden geliyoruz. Bir de final meselesi var. Final, hem şiddet dozu yüksek hem de mizahi olarak güçlü bir noktada duruyor. Cregger, mizah geçmişi olan bir isim. Gerek oyuncu gerek yönetmen olarak türe oldukça hakim ve bu gücünü, tüm bu kabusun içinde derinden ve tadında kullanıyor.
Film, sıradan bir toplumu derinden sarsan bu toplu kayboluşun ardındaki psikolojik ve toplumsal sonuçları izleyiciyle buluşturuyor. Kayıpların etkisi, aileler, polis ve toplum üzerinde öyle bir tsunami yaratıyor ki, kasaba neredeyse kolektif bir travma alanına dönüşüyor. Senaryoda sorumsuz ebeveynler, işini düzgün yapma konusunda sorun yaşayan kolluk kuvvetleri, akran zorbalığı ve eğitimcilerin rolleri gibi küçük duraklara uğranıyor. Cregger, bu dertlerin hiçbirinde büyük bir derinlik kurmuyor. Bu bilinçli tercih kurulan atmosfere zarar vermiyor. Zaten drama-gerilim tercihleri de bunu gösteriyor. Tamamen korkuya yaslanmayan hikaye, dram dozunu da belirli bir noktada tutuyor. İzleyiciler için bu denge derinlikten uzak olsa da olumlu bir sonuca evriliyor ve birçok açıdan hikayeyi yakalayıp konsantrasyonu diri tutmayı başarıyor. Kısacası, yılın başarılı filmlerinden biriyle karşı karşıyayız diyebilirim. İster korku-gerilim, ister kesişen hayatlar ya da gizem unsuru için salona gelin, kapanış jeneriği akarken salonda iyi bir film izlemenin mutluluğuyla dolu olacaksınız. Filmin önüne geçmeyen ama oldukça başarılı olan oyunculuk performanslarına da bir alkış verelim ve yazıyı bitirelim. Şimdiden iyi seyirler.
Onur KIRŞAVOĞLU