Senaryosunu da kaleme almasına ilaveten...
Sinemadaki yön arayışı ve bu bağlamdaki saçmalamaları da, doğru bir kararla...
Hızlıca terk edip, peş peşe çektiği...
Her biri, bir diğerinden şahane mahiyetteki iki "korku" filmi sayesinde...
***
Bir anda, nevi şahsına münhasır isimlerden biri haline gelen Zach Cregger'ın yönetmen koltuğunda oturmakta olduğu "Weapons"; Los Angeles Sinema Okulu standartları çerçevesinde değerlendirdiğimizde...
Korkunun, "Cadılık (Witchcraft)" ve "Psikolojik (Psychological)" alt kategorilerinde harmanlanılarak kurgulanılmış...
Gizemini de sonuna kadar koruyan...
Sıra dışı nitelikteki, bir korku gerilim olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz...
Yapımcılarınca risk alınarak kendisine sağlanılan, 38 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilerek...
Brüt 254 milyon dolarlık bir hasılat rakamına da ulaşılırken...
Cregger'ın, kapsamlı bir yorumunu yine bu mecrada paylaştığımız "Barbarian"daki (2022) başarısının da, zaten tesadüfen olmadığının kanıtlanıldığı...
Kronolojik yahut da başka bir değimle, vakalar silsilesinde doğrusal bir sıra veya akış izlenilmeyen bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
Film, genç anlatıcısının (Scarlett Sher) yaptığı...
"Bu, gerçek bir hikaye... Tam burada, benim kasabamda, iki yıl önce yaşandı... Bu hikayede birçok insan, çok garip şekillerde öldü...
Ama bunu, haberlerde ya da başka bir yerde göremeyeceksiniz... Çünkü polis ve kasabanın ileri gelenleri, olayı çözemedikleri için öyle utandılar ki, her şeyi örtbas ettiler...
Fakat, buraya gelip herhangi birine sorarsanız, herkes size, benim şimdi anlatacaklarımın aynısını anlatacaktır...
Hikaye, benim okulumda başlıyor...
Maybrook İlköğretim Okulu, anaokulundan beşinci sınıfa kadar eğitim verir...
O Çarşamba, tüm okul için sıradan bir gündü... İşe yeni başlayan bir öğretmen vardı... Adı da, Justine Gandy'di (Julia Garner)... Ve o gün, her sabah olduğu gibi, yine sınıfına gidiyordu...
Ancak bugün, farklıydı... Öğrencilerinin hiçbiri sınıfta değildi...
Okuldaki diğer tüm sınıfların öğrencileri, yerlerindeydi... Diğer üçüncü sınıfları okutan Bayan Belt'in sınıfı bile doluydu... Ama Bayan Gandy'nin sınıfı, tamamen boştu...
Aslında tamamen değil... Sınıfta sadece bir çocuk vardı... Adı da, Alex Lilly'di (Cary Christopher)...
Ve 18 kişilik sınıfta, o gün okula gelen tek çocuk da oydu...
Peki neden, biliyor musunuz?
Oradaki tek çocuk oydu, zira önceki gece, sabaha karşı 2:17'de, öteki tüm çocuklar uyanmış, yataklarından kalkmış, aşağı kata inmiş, ön kapıyı açmış, ön bahçeyi geçip karanlığa karışmış ve bir daha da geri dönmemişlerdi...
Okuldaki tüm veliler ve diğer herkes, son derece üzgün ve tedirgindi...
Polis, çocukların tam 2:17'de evlerinden çıktıklarını tespit edebildi, çünkü evlerin neredeyse yarısında alarm mevcuttu ve çocuklar dışarı çıkarken, hepsi de devreye girmişti...
Hatta bazı çocuklar, güvenlik kamerası olan evler tarafından görüntülenmişti... Fakat kameralarda sadece, çocukların karanlığa doğru koştuğu görülüyordu... Ondan sonra nereye gittikleri görünmüyordu...
Polis, Alex'le uzun uzun konuştu...
Ona, sınıf arkadaşlarının niçin böyle bir şey yaptığını sordular, ama o, bilmediğini söyledi... Ona, yapılmış bir plan olup olmadığını sordular, ancak o, varsa bile, kendisinin hiç duymadığını söyledi...
Ona, televizyonda, bu şekilde kaçan birini konu eden bir dizinin olup olmadığını sordular, fakat o, varsa da hiç izlemediğini belirtti...
Ayrıca, Bayan Gandy ile de uzun uzadıya konuştular, ama o da hiçbir şey bilmiyordu ve onlara yardım edemedi...
Neredeyse bir ay boyunca, kapsamlı soruşturma sebebiyle okulu kapalı tuttular...
Ancak bir süre sonra, her şeyi yeniden açmak zorunda kaldılar...
Böylelikle, kaybolmayan çocuklar öğrenimlerine devam edebileceklerdi...
Bunu yapmalarından bir gece önce de, okulda büyük bir toplantı düzenlediler... Aralarında, bir sürü psikolojik danışman ve o tarz insanlar da vardı... Sanırım oraya, herkesin kendi hislerini anlamasına ve beraberce toparlanmalarına yardımcı olmak için gelmişlerdi...
İşte hikaye, tam da burada başlıyor..."
Biçimindeki bir bilgilendirmeyle yola koyulurken...
***
Söz konusu toplantıda...
Kayıp çocukların ebeveynlerinin bir kısmının, fiziksel şiddete varabilecek derecedeki öfkelerine maruz kalan ve zorlukla ellerinden kurtarılan Justine soluğu...
Alış veriş yaparken...
Kimliği bilinmeyen birisince, telefonla tehdit de edileceği...
Bir alkollü içecek satıcısının marketinde alır...
***
Yetmez...
Aynı kimliği bilinmezler...
Bu kez de Justine'in evinin kapısına dayanıp...
Otomobilinin üstüne de, kolaylıkla çıkmayan bir boya ile de "cadı" yazarlar...
***
Ardından da...
Ertesi sabah Justine...
Velilerin tepkisinden, ziyadesiyle ürken okulun müdürü Marcus Miller (Benedict Wong) tarafından, mecburen izne çıkartılırken...
***
Şimdiler de...
Çocuk sahibi olmak istedikleri Donna (June Diane Raphael) ile evli olmasına ek olarak...
Alkolden kurtulma çabası içindeki, eski erkek arkadaşı polis memuru Paul Morgan (Alden Ehrenreich) ile de...
Yepyeni bir ilişki yaşamaya başlar...
***
Ki...
Aynı esnada da...
Kayıp olayına dair bir şeyler bildiğini düşündüğü...
Öğrencisi Alex'in peşine de düşer...
Ve bütün bunların sonucunda, ne yazık ki...
Artık o maalesef, mazideki geçmiş günlerindeki kadar...
Gündüz gözüyle dahi kör kütük sarhoş dolanabilen, sıradan bir alkoliktir ve yaşadıkları nedeniyle de uykusundan...
Rüyalarındaki kabuslarla, adeta zıplayarak uyanmaktadır...
***
Derken...
Bütün bu gelişmeleri...
Özellikle de Justine'i...
Kafasına takmış ve o yüzden de...
Müşterilerinin inşaat işlerini de aksatmasının yanı sıra...
Ellerinde, kendisiyle paylaşılacak kamera görüntüsü de bulunduran diğer ebeveynleri de, yanına çekerek harekete geçirmiş vaziyetteki...
Kayıp çocuklardan Matthew'un (Luke Speakman) babası durumundaki Archer Graff (Josh Brolin) ile de tanışırız...
***
Ancak...
Geleneksel üslubumuz gereği...
"Spoiler" vermek suretiyle, henüz seyretmemiş olanların ağızlarının tadını kaçırmak istemediğimiz için biz de kendi anlatımımızı...
Filmdeki tüm heyecanın start alacağı...
Burada noktalarız...
Dakika 48...
***
Hiç umulmadık sekanslar da, birbirinden kanlı mevzuların da gündeme geleceği...
Ve dolayısıyla da, hareketliliğin hız kesmeden devam edeceği filmin geride kalanında siz değerli sinemasever dostlarımızı; ters köşe sürprizleri de bünyesinde barındıran, 80 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla...
25 - 30 kelimelik Türkçe bilgi haznesinin ötesine geçilerek yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,