
Bir televizyon karakterinin ölümüne tanıklık etmek, bazen gerçek hayattaki kayıplar kadar sarsıcı olabilir. Yıllar boyunca izleyicilerin hayatına dokunan, evlerine misafir olan, bazen nefret edilse de alışkanlık yaratan karakterlerin bir anda, genellikle beklenmedik ve acımasız biçimlerde ölüme sürüklenmesi; dizilerin dramatik gücünü artırırken seyircilerin duygusal sınırlarını da zorladı.
Kimi zaman ahlaki bir hesaplaşmanın, kimi zaman politik bir entrikanın, bazen de sadece acımasız bir dünyanın kuralı olarak karşımıza çıkan bu ölümler, televizyon dizilerinin en çok konuşulan anlarına da dönüştü. Bu özel seçkide, “Succession”dan “Dexter”a, “Breaking Bad”den “The Walking Dead”e kadar pek çok dizide iz bırakan karakter kayıplarına yer veriliyor.
Bu dosyada yer alan tüm içerikler, dizilerin önemli olay örgülerine dair açık spoilerlar içermektedir. Henüz izlemediğiniz bir diziye dair önemli detaylara maruz kalmak istemiyorsanız, dikkatli okumanızı öneririz.
Ned Stark (Game of Thrones)

“Game of Thrones” ana karakterlerini acımasızca ve şiddetle öldürmesiyle tanınır, ancak hâlâ hiçbir ölüm, 1. sezonun sondan bir önceki bölümünde yaşanan Ned Stark’ın (Sean Bean) ölümü kadar derin bir sarsıntı yaratmamıştır. Ned, dizinin ana karakteri ve Westeros’u ele geçirmeye çalışan Lannister'lara karşı duran, tamamen dürüst ve adil bir adamdı. Ancak “Game of Thrones” evreninde iyi insanlar çoğu zaman korkunç sonlarla karşılaşır: Ned, hiçbir suçu yokken kalabalığın önünde infaz edilir.
Onun bu zamansız idamı, izleyicilere dizide hiçbir karaktere fazla bağlanmamaları gerektiğini öğretti — çünkü her an herkes ölebilirdi. Ned Stark’ın ölümü, “Game of Thrones”un ilerleyen sezonlarda hayranlarını şaşırtan, yürek burkan ölümlerle dolu bir anlatı kurmasının da yolunu açtı.
Adriana La Cerva (The Sopranos)

FBI, Adriana La Cerva’yı (Drea de Matteo) bir muhbir olarak hedef aldığı anda onun trajik bir sona doğru ilerlediği neredeyse kesinleşmişti. Gerçekten de, nişanlısı Christopher’a (Michael Imperioli) her şeyi itiraf ettikten sonra Christopher onu neredeyse öldüresiye dövdü ve ardından Adriana’nın bir muhbir olduğunu Tony’ye (James Gandolfini) bildirdi.
Tony, Adriana’yı arayıp Christopher’ın bir intihar girişimi sonucu hastaneye kaldırıldığını yalanıyla kandırdığında, Adriana onu görmek için Silvio’nun (Steven Van Zandt) arabasına bindi. Ne yazık ki, bu yolculuğun onun sonu olacağını çok geçmeden anladı.
“The Sopranos”un beşinci sezonunun ilerleyen bölümlerinde gelen bu sahne, aynı zamanda dizideki karizmatik suçluların aslında ne kadar acımasız ve kötü insanlar olduğunu izleyiciye bir kez daha sert biçimde hatırlatıyordu.
Glenn Rhee (The Walking Dead)

AMC’nin “The Walking Dead” dizisi de şoke edici karakter ölümleriyle izleyicileri üzmüştür. Ancak hiçbiri Glenn Rhee’nin (Steven Yeun) 7. sezonun açılış bölümündeki şiddetle dolu ölümü kadar yürek burkan ve tartışmalı olmamıştır.
Glenn, dizinin pilot bölümünden bu yana hikâyede yer alıyordu ve Steven Yeun belki de dizinin en sevilen yardımcı oyuncusuydu. Glenn’in ölümü sadece dizinin tonunu değiştirip Negan dönemine geçişin habercisi olmakla kalmadı, aynı zamanda dizinin izleyici kitlesini de doğrudan etkiledi. Negan’ın meşhur dikenli beyzbol sopasıyla Glenn’i vahşice öldürdüğü bölüm sonrası, 7. sezonun ikinci bölümünde reytinglerde ciddi bir düşüş yaşandı.
Bu ölüm, hem içerdiği yoğun şiddetle hem de duygusal yıkımıyla “The Walking Dead” tarihinin en unutulmaz anlarından biri olarak hafızalara kazındı.
Logan Roy (Succession)

Logan Roy’un ölümü, HBO’nun “Succession” dizisinin temelinde zaten var olan bir unsurdu. Brian Cox’un hayat verdiği dev medya patronu, dizinin ilk iki bölümünde felç geçirip komaya girer. Yine de Logan dört sezon sonra nihayet öldüğünde, bu durum hâlâ inanılmaz gelir — sanki her an geri dönecekmiş gibi hissettirir.
Logan’ın ölümü aniden, çocuklarının hepsi Connor’ın (Alan Ruck) düğünü için teknedeyken bir uçakta gerçekleşir. Bu ani ve uzak veda, ölümü çok daha sarsıcı kılar. Logan, son bölümünde neredeyse hiç görünmez; onun yerine Kendall (Jeremy Strong), Shiv (Sarah Snook) ve Roman (Kieran Culkin), babalarının ölümünü panik içindeki telefon görüşmeleriyle parça parça anlamaya çalışır.
Dizi, dramatik bir vedadan ziyade, günümüzde bir sevdiğinizi kaybetmenin daha gerçekçi ve sade bir tasvirini sunar. Ayrıca bu ölüm, final sezonunun erken bölümlerinde gerçekleştiği için, kalan bölümlerin tamamı Waystar Royco'nun CEO koltuğuna kimin geçeceği meselesine odaklanabilmiştir.
Howard Hamlin (Better Call Saul)

Bir öncül dizi olması itibarıyla “Better Call Saul”da, “Breaking Bad” dizisinde yer almayan birçok karakterin öleceğini izleyiciler baştan kabul etmişti. Yine de Howard Hamlin’in (Patrick Fabian) ölümünü çevreleyen özel koşullar ve bu ölümün Jimmy’nin (Bob Odenkirk) yasal dünyasını gizli suç hayatıyla bu kadar ürkütücü biçimde kesiştirmesi, hayranları derinden sarstı.
Cinayetle dolu bir dizi olmasına rağmen, Howard dizideki beyaz yakalı bir “engelleyici” karakterdi; bir nevi Jimmy’nin avukatlık kariyerine taş koyan bürokratik bir figürdü. 6. sezon boyunca Jimmy ve Kim (Rhea Seehorn), Howard’ın itibarını zedeleyip büyük bir tazminat anlaşması koparmak için karmaşık bir plan kurarlar. Ancak Howard, Jimmy ve Kim’in dairesine gelip onları yüzleşmeye zorladığında, zamanlaması felakettir.
Kısa süre sonra içeri giren Lalo Salamanca (Tony Dalton), bambaşka bir amaçla oradadır. Howard’la daha önce hiç tanışmamış olmasına rağmen, onu hiçbir tereddüt göstermeden başından vurur. Bu korkunç ve beklenmedik ölüm, dizide kötülüğe adım atan karakterlerin ne tür kontrol edilemez sonuçlara yol açabileceğini acımasızca gözler önüne serer.
The Red Wedding (Game of Thrones)

Eğer Ned Stark’ın ölümü size vahşice geldiyse, tekrar düşünün. “Game of Thrones”, 3. sezonun “The Rains of Castamere” bölümüyle (namıdiğer Kızıl Düğün) televizyon tarihinin en akıl almaz, en şok edici ölüm sahnesini sundu ve bu sahne hâlâ izleyicilerin kâbuslarına giriyor.
Ned’in oğlu Robb Stark, bir zamanlar müttefiki olan Walder Frey’in kızıyla evlenme sözünü bozmasının bedelini en ağır şekilde öder. Durumu telafi etmek için Robb’un amcası Frey’in kızlarından biriyle evlenir, ancak bu iyi niyetli girişim karşılıksız kalır. Freyler, Starklara ihanet eder ve düğün sırasında kanlı bir katliam başlatır.
Robb, hamile eşi Talisa, doğmamış çocukları, annesi Catelyn ve yanlarında bulunan müttefiklerinin hepsi acımasızca katledilir. Bu olay, yalnızca Stark hanedanı için değil, tüm dizi için bir dönüm noktası olur. Kızıl Düğün, televizyon tarihinde hâlâ en travmatik toplu infaz sahnelerinden biri olarak anılmaktadır.
Charlie Pace (Lost)

Dominic Monaghan’ın canlandırdığı Charlie, “Lost” dizisinin merkezindeki en sevilen ve duygusal karakterlerden biriydi. Bu yüzden 3. sezon finali olan “Through the Looking Glass” bölümünde yaptığı özverili fedakârlık, dizinin en yürek burkan anlarından biri oldu.
Charlie, dizi boyunca eroin bağımlılığını yenerek, hayatta kalma mücadelesi veren Claire’in oğluna baba figürü olarak yaklaşarak ve Hurley ile Desmond gibi ada arkadaşlarıyla güçlü bağlar kurarak kısa sürede izleyicilerin favorisi hâline gelmişti. Onun ölebileceği düşüncesi, 3. sezon boyunca Desmond’ın geleceğe dair gördüğü vizyonlarla defalarca ima edilse de, hayranlar Charlie’nin ölümüne hiçbir zaman tam anlamıyla hazır olmadı.
Ancak Charlie, arkadaşlarını kurtarabilmek için kendini feda eder ve izleyiciler onu gözlerinin önünde boğularak ölürken izler. Bu sahne dizinin dramatik zirvelerinden biridir.
Gus Fring (Breaking Bad)

Walter White, “Breaking Bad” boyunca pek çok düşmanla karşılaştı, ancak hiçbiri Gus Fring’den (Giancarlo Esposito) daha soğukkanlı, hesapçı ve zeki değildi. Gus, her zaman bir adım önde olarak ve zaman zaman ellerini kirletmekten çekinmeyerek kendi imparatorluğunu kurdu.
Durum, Walt ya da Gus’tan birinin öleceği noktaya geldiğinde, Walt her yolu denedi ve sonunda Gus’ın tek zaafını keşfetti: Hector Salamanca'ya duyduğu derin nefret. Gus, ciddiye alınacak bir düşmandı ama tekerlekli sandalyeye bağlı bir bombanın doğrudan patlamasından sağ çıkmak neredeyse imkânsızdı… değil mi?
Televizyon tarihinin en unutulmaz ters köşelerinden birinde, izleyiciler Gus’ın Hector’un odasından sanki yara almamış gibi çıktığını gördü. Ta ki kamera açısı değişene kadar… Gus’ın yüzünün yarısının yok olduğu ortaya çıktığında, o meşhur soğukkanlılık içinde yere yığılarak öldü. Bölümün adının “Face Off” olması hiç de tesadüf değildi.
Tanya McQuoid (The White Lotus)

Jennifer Coolidge, HBO’nun “The White Lotus” dizisinde canlandırdığı zengin ve şaşkın Tanya McQuoid karakteriyle izleyicilerin favorisi hâline gelmişti. Ancak Tanya’nın aşk ve mutluluk arayışı, 2. sezonun sonunda birkaç silah sesiyle son buldu.
2. sezonda, enerjik Tanya, Hawaii’deki tatil köyünde tanıştığı Greg Hunt’a (Jon Gries) âşık olur ve onun ölümcül hastalığına rağmen evlenmeye karar verir. Evliliğin ardından çift 2. sezon için İtalya’ya gelir, ancak Greg acil bir iş bahanesiyle Tanya’yı asistanı Portia (Haley Lu Richardson) ile baş başa bırakıp ortadan kaybolur.
Tanya, eğlenceli ve ilgili görünen Quentin (Tom Hollander) ve arkadaşlarıyla tanıştığında her şey düzeliyor gibi görünür. Hatta birlikte lüks yatlarına bile davet edilir. Ancak Tanya, yatın içinde Greg ve Quentin’in birlikte çekilmiş bir fotoğrafını görünce işler karanlık bir hâl alır. Bu uğursuz keşfin ardından, Tanya kendini yatın içinde kapana kısılmış şekilde bulur. Panikle bir silah bulan Tanya, Quentin ve iki adamını vurur. Ardından sahile ulaşmak için küçük bir botla kaçma şansı doğar, ancak her zamanki sakarlığı devreye girer: Bota binerken başını çarpar ve boğularak ölür. Böylece dünyaya, Jennifer Coolidge’in rengârenk kaftanlarla farklı tatil köylerinde dolanmasını izleme şansı bir daha verilmez.
Rita Morgan (Dexter)

“Dexter” dizisinin dördüncü sezonu, hayranlar için serinin en zirve anlarından biriydi. Başroldeki seri katil Dexter Morgan (Michael C. Hall), bir yandan ünlü Trinity Killer Arthur Mitchell (John Lithgow) ile amansız bir mücadeleye girerken, diğer yandan eşi Rita (Julie Benz) ile birlikte bebekleri Harrison’ı büyütmeye çalışıyordu.
Ancak sezon, adeta bir kâbusla son buldu. Dexter, Arthur’u öldürerek zafer kazandığını düşünürken, aslında onun son kurbanının Rita olduğunu fark eder. Eve döndüğünde Rita’yı küvetin içinde ölü halde bulur — tıpkı Trinity Killer’ın tipik yönteminde olduğu gibi. Ve küçük Harrison, annesinin kanlar içindeki bedeninin hemen yanında oturmaktadır.
Bu sahne, kadın karakterlerin şiddetle öldürülüp erkek karakterin motivasyonuna hizmet etmesi anlamına gelen “fridging” kavramının örneklerinden biri olarak sıkça anılsa da, hiç şüphesiz dizi tarihinin en sarsıcı ve duygusal anlarından biriydi. Bu olay, aynı zamanda dizinin tonunu da önemli ölçüde kararttı. Zira Dexter’ın Rita’ya duyduğu sevgi, sadece bir “seri katil kılıfı” olmanın ötesine geçmiş; onun gerçek bir bağ kurduğu nadir ilişkilerden biri hâline gelmişti. Ve şimdi bu bağ, en trajik şekilde koparılmıştı.