Dan Trachtenberg’in imzasını taşıyan Predator hikâyesi, serinin geçmişine körü körüne yaslanmadan, onu gerçekten ileriye taşıyan nadir franchise örnekleri arasında yer alıyor. Trachtenberg, Predator mitolojisini daraltmak yerine açıyor; farklı kültürleri, zamanları ve mekânları bu acımasız avcı figürüyle çarpıştırarak serinin ne olabileceğine dair algımızı büyütüyor. Hangi hikâyenin daha iyi olduğu konusunda görüşler değişse de, yönetmenin ortak bir gücü var: Seyirciyle hızlı bağ kurabilen karakterler yaratmak ve her seferinde daha yaratıcı, daha akılda kalan bir şiddet dili kurmak.
Bu yaklaşımın en çarpıcı örneklerinden biri de “Predator: Badlands”. Film, seriyi alışıldık ormanlar ya da şehirlerden çıkarıp son derece sert, düşmanca bir gezegene taşıyarak Predator evrenine yeni bir soluk getiriyor. Dimitrius Schuster-Koloamatangi’nin canlandırdığı Dek gibi karakterler, yalnızca hayatta kalmaya çalışan figürler değil; aynı zamanda bu vahşi dünyada zekâlarıyla ayakta kalan insanlar olarak öne çıkıyor. Dek’in böceklerden yapılmış el bombaları kullanması gibi detaylar, Trachtenberg’in kan dökme konusunda ne kadar yaratıcı ve sınır tanımaz olduğunu da gösteriyor. "Predator: Badlands", serinin temelindeki “av–avcı” dinamiğini korurken, onu hem görsel hem de anlatısal olarak yeni bir seviyeye taşıyor ve Predator’ı tekrar gerçekten tehlikeli, öngörülemez ve heyecan verici kılıyor.