Hesabım
    Aşk
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Aşk

    Aşk ölümden güçlü olabilir mi?

    Yazar: Ali Ulvi Uyanık

    Soru şu: Onun fiziksel acılarına son verip ikinizin de ruhen 'kurtulmasına' giden yolu açmak mı yoksa bu ıstırapları bir sınav olarak kabul edip devam mı etmek? Yanıtı, yaşama nereden, nasıl baktığımıza bağlı olarak değişecek bir soru. Ama aşk, hep aynı aslında: Hayatınızı, sizin için de attığını bildiğiniz başka bir kalbe bağlanarak geçirmek ve bu canlıyla sevgili, cinsel eş, arkadaş, dost, giderek onun her şeyi, kardeşi, annesi, babası, çocuğu olarak ilişkiyi sürdürmek, mucizevî olduğu kadar masalsı da. Sadece bir tek korku, bu masalın üzerine karanlığı çöktürebilir: Ölüm!

    Michael Haneke, âşık olmaktan kaçmaya çalışanların düşünmeye bile cesaret edemedikleri, korku ve bu ruhsal fırtınanın tam da gözüne girerek seyirciyi kaskatı gerçekle yüzleştiriyor. İşte tam da bunu yaptığı için, girişte sorduğum soru önem kazanıyor. Aşk, korkunun üzerine giderek ölümde de ayrılmamak mıdır?

    Çiftimiz, Georges ve Anne, emekli müzik öğretmenleri; entelektüel, belli ki disiplinli, bilinç düzeyleri yüksek... Onların öyküsünü tümüyle evlerinin içinde takip ediyoruz. Farklı tek yer, prologta, bir öğrencilerinin resitalini izlemek için geldikleri konser salonu. Bu sahnenin değeri, mutlu oldukları bir mekânda, sağlıklı biçimde son kez bir güzelliği paylaşmış olmaları... Çünkü eve döndüklerinde kapının hırsız tarafından zorlandığını görüyorlar; metaforik anlamda düzenlerine 'müdahalenin' sinyali. Ve asıl 'müdahale' o gece başlıyor. Anne, gecenin bir vakti yatağında oturmuş boşluğa bakıyor: Sonun başlangıcı.

    Hikâye, bundan sonra çok ama çok sert: Benzerini bizzat yaşayan seyirciler için çok zor geçeceği konusunda uyarmam gerek. Özellikle bu seyirciler, can yoldaşı eşi Anne'ın felç geçirerek bakıma muhtaç hale gelmesinden sonra, acılar içinde yavaş yavaş 'erimesinin' neredeyse her anını kalbinde hisseden Georges ile duygudaşlık yaşayacaklar.

    Çiftin yine bir virtüöz olan ve yurtdışında yaşayan kızları Eva (Isabelle Huppert), ziyarete geldikçe üzülüp ağlayarak akıl vermekte... Paradan başka bir şey düşünmeyen bakıcılar, çoğu kez bir insanla uğraştığını unutmakta... Bir bebek gibi bakılması gereken Anne'ın yaşamdan istifa etmek isteği, aşkın bu son durağında Georges'un beynini kemirmekte...Haneke, aynı zamanda, Anne-Georges çiftinin aşklarının bu son bölümünde, aşkın zaman içinde nasıl kaskatı bir bencilliğe dönüştüğünün resmini çiziyor. Giderek kendileri için var olan çiftten Georges için, Anne'dan sonrası sadece yalnızlık (kısacık sürede bir güvercinin sıcaklığına sığınması unutulmaz). Karısının acılarından kurtulması, kendi kurtuluşu da olacak.

    Sorduğumuz soruya dönersek, Haneke gibi 'Avrupalı olmak' kavramına keskince neşter atan bir yönetmenin kahramanlarının, bu egoist hayat tarzlarında, 'tevekkül' ve bunu bir sınav olarak kabul etmek gibi daha Doğu'ya, bize özgü ruhaniliği göstermesi beklenemez. Bunu vurgulamam, aşkın bu yaklaşımla da yorumlanabileceğine inanmam.

    Haneke, özetle, yıllar geçip mutlu günler biriktikçe aşk için ödenen bedelin de ağırlaşacağı gerçeğini suratımıza çarpıyor. Bugün itibariyle 83.yaşını süren Jean-Louis Trintignant ile 24 Şubat'ta 86'yı tamamlayacak olan Emmanuelle Riva gibi sağlık durumlarında görünür bir sorun olmayan iki yaşlıyla çalışması, çıplak gerçeği bu iki müthiş oyuncuyla yakalaması, başlı başlına bir başarı. Hani, bazen sinema okullarındaki dersler için önerilerde bulunuruz. İşte yeni önerimiz "Aşk (Amour)". Bir yönetmen, iki oyuncu ve bir büyük apartman dairesi, hayatı, ölümü ve aşkı nasıl anlatmakta diye ("Yedi (Se7en)"ın görüntü yönetmeni de olan Darius Khondji'nin, evin içindeki hayatların kalp atışlarını hissettirdiği çalışmasını atlamadan tabii).

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top