Hesabım
    İnsanları Seyreden Güvercin
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    5,0
    Kusursuz!
    İnsanları Seyreden Güvercin

    Ve bir başyapıt!

    Yazar: Ali Ulvi Uyanık

    Canlılar içindeki tek tuhaf tür olan insanın, gerçekte hiç değişmeden 'yaşamaya' devam etmesi, Roy Andersson için sonsuz bir kaynak. İnsan, o kadar acayip bir tür ki, silah fabrikaları tam kapasite çalışmaya devam ederken, nedendir bilinmez, bir barış simgesine ihtiyaç duymuş ve buna da güvercini layık görmüş. Bu bağlamda prolog oldukça manidar: Tahnitçiler tarafından özenle doldurulmuş cam bölmedeki güvercini seyreden 'ölü suratlı canlı adam'! Oysa film boyunca, yaşadıkları yanılgısıyla mutsuzluk düzeninde varlıklarını sürdüren insanları da canlı güvercin seyrediyor.

    Eşsiz sinema stiliyle, "İkinci Kattan Şarkılar - Sånger från andra våningen" ve "Siz, Yaşayanlar -  Du levande"den sonra  "İnsanları Seyreden Güvercin -  En duva satt på en gren och funderade på tillvaron" ile "yaşayanlar" üçlemesini  tamamlayan Andersson, filmini, sabit kameranın kullanıldığı çeşitli uzunluklardaki planlarla teşekkül ettiriyor. Her planın çerçevesi içindeki ayrıntıların hiçbiri tesadüfen yerleştirilmemiş. Örneğin, güzel bir seks yaşadıkları belli olan olgun adamla genç kadının, bu alışverişlerini simgeleyen çiçek, her gün ilgilenilmesi gerekmeyen, dayanıklı kaktüs... Seyirciyi bekleyen binlerce ayrıntının okunması, çözümlenmesi için planların dondurulup incelenmesi gerekiyor. Çünkü iç / dış mekanlar, tüm atmosfer sıfırdan üretilmiş. Yönetmenin her plandaki mizansen titizliğini ve sahnelemedeki yüksek sanat tutkusunu sözcüklerle aktarabilmek epey güç.

    Peki, şaka oyuncakları satmaya çalışan ve birbirlerinden başka hiç dostları olmayan iki kaybetmiş adamın sıkça karşımıza çıktığı filmde, Andersson nasıl bir dünya kuruyor? Bir yönüyle, alacakaranlık kuşağı gibi. Zaman çizgisindeki farklı noktaların, örneğin modernliğin, distopyanın ve 18.yüzyılda XII. Karl'ın Moskova seferi günlerinin bir planda birleştiğini...Ya da günümüzde bardaki yaşlı adamın, açı değişmeden aynı barda 1943 yılında genç haliyle oturduğunu düşünün.

    Andersson, aristokrat faşizme, krala, entelektüel faşizme, her tür faşizme, ırkçılığa, ayrımcılığa, cennete, cehenneme, savaşa, kapitalizmin dayatmalarına, riyakarlığa, iki yüzlülüğe, kalpleri taşlaştıran düzene ve sömürüye karşı sanatın en güçlü aracını kullanıyor: Mizah! Chaplin dahiliğinde bir mizah bu. En ciddi, en trajik, en pesimist, en hüzünlü durumlarda kahkahalar attıran bir mizah: Bisturi gibi keskin, zehir gibi acı, balyoz darbesi gibi sert! Bir annenin çocuğuna sevgisini yansıttığı plan gibi sevgi anları olsa da, insanlar, umutsuzluk kuyusunun diplerine doğru inişini devam ettiriyor. Bu nedenle zaman bir aldatmaca. Hep aynıyız: Ruhu ve yüzleri solmuş yaşayanlarız!

    Söyleyen için bir anlamı olmayan ve tekrarladıkça içindeki son duygu kırıntıları da iyice dökülen, "iyi olduğuna sevindim" gibi bir lafı sıkça kullandırtarak yaşayanların cansızlıklarını iyice vurgulayan yönetmen, dönüp kendimize bakmamızı sağlıyor.

    "İnsanları Seyreden Güvercin"i, sinemasever, sinema tutkunu, sinefil ya da her neyse... Sinemayla ilgili her yaşayanın seyretmesi gerekli. 1970 yılındaki aşk öyküsü "En kärlekshistoria" ile Berlin Film Festivali'nde dört ödül kazanan, ikinci filmi "Giliap"dan sonra tam 25 yıl kurmaca uzun metraj çekmeyen ve 2000 yılında yeniden başlayıp yedişer yıl arayla üçlemesini tamamlamış bulunan Andersson'un, müthiş tek çekimleriyle insana dair en kapsamlı analizleri yaptığını düşünüyorum.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top