Sistemin ailesi, ailenin sistemi!
Yazar: Banu Bozdemir"The Seed Of the Sacred Fig" / "Kutsal İncirin Tohumu" filmini izleyince tam benim kalemim diye düşündüm, Mohammad Rasoulof’un muhalif kimliğini de bildiğim için arka planda yaşananları düşünerek, unutmadan ve saygı duyarak yazacağım bu yazıyı! Birçok İran filmi gibi gizlice çekilen film, geçmişte katı sansürle çatışan, hapis cezaları ve seyahat yasakları alan Rasoulof’a yine yasaklarla geri döndü, sekiz yıllık hapis ve kırbaç cezasından kaçarak Avrupa’ya giden yönetmen kendisini ve ekibini ‘sinema gansterleri’ne benzettiğini söylemişti Cannes Film Festivali’nin basın toplantısında! Festivalde jüri özel ödülü kazanan; Altın Palmiye’yi Sean Baker imzalı Anora’ya kaptıran yönetmenin ne hissettiğini bilmiyoruz ama filmin kendi ülkesi için atılmış en yüksek ifşa çığlıklarından biri olduğunu biliyoruz.
İran rejiminin ölüm cezası uygulamasını dört farklı öyküyle aktaran, "Şeytan Yoktur" filmiyle 70. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’ya uzanan yönetmen muhtemelen ülkesinin sınırlarında son kez ve gücünün son damlasıyla çektiği filmde kadın düşmanlığından, muhaliflerin sıkışıp kaldıkları içsel ıstıraplarından ve psikolojik dışavurumlarından bahsediyor.
Hikayenin dünyaya haykırdığı çok geniş bir mesajı var ama çerçevesinde dört kişilik aile dramı var, baba İman, karısı Najmeh ve kızları Rezvan ile Sana! İman Tahran Devrim mahkemesine soruşturma yargıcı olarak atanmıştır, işini adil bir şekilde yapmayı amaçlar ama işler hiç de umduğu gibi gitmez! Eylül 2022’de başörtüsünü uygunsuz bir biçimde taktığı için katledilen Mahsa Amini’nin ardından başlayan ve İran’ı kasıp kavuran eylemleri merkezine alan film, İman ve ailesinin olayları yorumlayış biçimleri üzerinden ataerkil bakış açısını sorguya alıyor! Film ilk yarısında İran sinemasının klasik anlatısına denk düşüyor yani politik ve biraz da karamsar başlıyor, sonrasında çatışmalı, çılgın, abartılı bir şeye dönüşüyor. Film evin içinde yükselen paranoya ve güvensizlik zincirine hem protestolardan hem de rejimin gösterileri acımasızca bastırışından gerçek görüntüleri ekliyor!
Film ilk başta Najmeh’i kocası İman’a tam destek olarak gösteriyor, çünkü devletin de istediği gibi aile içindeki istikrar ve güvenin sürdürebilir olması, aynı zamanda rejimin devamı için gerekli bir kriter! Kızları Sana saçlarını maviye boyamak istediğini söylediğinde babası inancının da etkisiyle yaradanın böyle bir şeye izni olmayacağını söyler, buna inancı tamdır, sistemin inanca yaptığı şey ise baskı ve dayatma. İkisi ayrı şeyler gibi dursa da yola koyulduklarında aynı noktaya varabilir!
Kızlar anne ve babalarından farklı düşünüyor, protestolara katılmıyor ama olanları hem evlerinden hem de sosyal medyadan takip ediyor, devlet televizyonu ise onların gördüklerinin tam tersini söylüyor. Yönetmen bu kısmı cep telefonları ile çekilmiş gerçek videolarla gösteriyor ki, etkisi tartışılmaz! Aile arasındaki ilk çözülme bir akşam yemeği sırasında oluyor, babası sosyal medyanın yalan söylediğini ima ediyor, kızlar ise tam tersini savunuyor. Sonrasında babaya güvenliği için çalıştığı birim tarafından verilen silahı kayboluyor. (Çehov göndermesiyle silahın patlaması an meselesi) Film silah üzerinden giriştiği oyunu biraz uzatsa da gerilim bayrağını dikiyor ve aileyi dağılma noktasına getiriyor. Film genelde ev ortamında, yollarda ve İman’ın köy evinde geçiyor, filmin gizli çekilme şeklinin sonucu biraz da bu gizli saklı köşeler! Filmde gerilim hep var ama, küçük aile dramı, büyüyüp bir ülke modeline dönüşüyor, her noktası düşman, baskıcı ve küçük birer hapishane!
Rasoulof oyuncularıyla kurduğu küçük kabilesinden inanılmaz performanslar almış, hepsi altın değerinde oynuyor, özellikle de anneyi canlandıran Najmeh’in (Sohelia Golestani) dönüşümü, kocasının bir anlamda sistemin savunuculuğundan kızlarının yanına geçişini çok sistematik kuruyor, bu da onu filmin birincil öğesi yapıyor. Öğrenciler, gençler sistemin değişmesini istiyor ama etki ancak ortalama kişilere ulaştığında zafer duygusu yaratır, bu da Najmeh üzerinden gösteriliyor!
Yönetmen aynı şekilde İman’ın (Missagh Zareh) üzerindeki baskının şiddetiyle ailesinden uzaklaşmasını da gayet incelikle kuruyor. Olayları bir kenarda yürekleri ağızlarında izleyen Rezvan ve kardeşi Sana’nın da değişimleri kademeli bir şekilde, yitirdikleri saygı ve inanç sonucu bir başkaldırıya dönüşüyor.
Filmlerinin sürelerinden korkmayan, teknik beceri konusunda deneyimli olan yönetmen etkili anlar ortaya koyuyor. Rezvan’ın arkadaşı Sadaf’ın gösteriler sırasında yaralanıp eve geldiğinde, Najmeh’in kızın yüzündeki saçma parçalarını tek tek toplayıp lavaboya atması, İman’ın iş arkadaşı Alireza’nın silahla ilgili anne ve kızları vahim bir şekilde sorgulaması ve filmin final sahnesine uzanan labirentvari kovalamaca anları! Bazı anlar didaktik, çok vurgulu ve tekrarlı gibi görünse de, İman’ın karısı ve kızlarını kilitlemeye çalıştığı, Sana’nın bir odaya yığılmış halde bulduğu şeyler, İran’ın geldiği noktayı açıklayıcı birçok doneye sahip! Tabii belki de sadece İran değil, tarih boyunca birçok ülkenin uyguladığı şiddet ve baskının değişmiş boyutunu izliyoruz filmde.
Rasoulof o günkü başkaldırının, rüzgarın yön değiştiren duygusuyla ataerkil düzeni yerin dibine geçiren bir final sahnesiyle, çok umutlu bir sonla karşımıza çıkıyor ama gerçek hayatın ipleri bize değmeyecek kadar bir hayli uzun, hemen de öyle kısalmıyor, deneyimlerle sabit! Rasoulof gerçek görüntülerle dördüncü duvarı yıkıyor, bir teorinin ötesine geçiyor ve biraz da zamanın ruhuyla bir yıkımı gerçekleştiriyor! Filmin adı da genç sürgünlerin yaşlı gövdeyi boğduğu bir ağacı anlatıyor! Kim bilir, belki de!
Banu BOZDEMİR