Kalanların Türküsü!
Yazar: Banu BozdemirEmine Yıldırım senaryolarından ve kısa filmlerinden tanıdığımız bir isim. 2023 yılında çektiği "Kadıköy’ün En İyi Falcısı" filminin devamı niteliğindeki "Gündüz Apollon Gece Athena" hem kısa filmin açılımı hem de filmin yaydığı sinerji anlamında bir tamamlanma duygusu içeriyor. Tek mekanda geçen kısa filmin reel ve spritüal büyülü yolculuğu bu kez Side antik kentine kadar uzanıyor!
.
Yetimhanede büyüyen Defne (Ezgi Çelik) hayaletleri görebilen ve onlarla iletişimde olan biri. Bu yeteneğini ölen annesinin hayaletine ulaşmak için kullanıyor, annesinden kalan tek yadigar ise annesinin fotoğraf çektirdiği ağaç! Ağaca ulaşmak, anneye ulaşmak onu öyle kadim bir yola sokuyor ki sonunda yitirilen her duygunun arayıcısı durumuna düşüyoruz Defne’yle birlikte! Defne’nin arama sürecine bir rahibe, solcu Hüseyin ve pavyon şarkıcısı Nazire’nin hayaletleri de eşlik ediyor. Side’nin geçmişe dönük zamansız yüzü, anlatının gerçeküstü yapısıyla iç içe geçiyor ve uyumlanıyor. Karakterlerin travmaları aynı zamanda toplumsal acılara ve hafızaya işaret ediyor, mekanın duygusu tüm o duyguları sahiplenici bir işlev görüyor. Ve film bunu masalsı bir akışla, ironik bir harmanla, duygusal ve samimi bir tonda önümüze bırakıveriyor, geçmişten günümüze uzanan, değişmeyen olayların yargılamasını ise karamsar değil aksine mizahi tonlamada karşımıza getiriyor. Ruhlarla uğraşan bir filmin kayıpların ağırlığı altında kalmamak için bu yöntemi kullanması gayet mantıklı!
Defne’nin ve hayaletlerin hikayesi, antik kentin kadim hikayesiyle bir yerde buluşuyor. O zamanlardan bu yana değişen pek bir şey olmadığını söylüyor Yıldırım bize. Şimdilerde sosyal medyanın etkisiyle daha da görünür olan erkek şiddetinin, baskıların, düşünce suçunun aslında eski çağlardan beri insanın yakasına yapıştığını ve bu normların baskıcı erkler ve eril bakış açısıyla hep gündemde tutulduğunu bir kez daha vurguluyor, adalet arayan rahibenin ve diğerlerinin ruhunun tam da bu yüzden arada bir yerlerde sıkışmış olduğunu fark ediyoruz! Defne bu anlamda yaşayanlarla ruhlar arasında bir denge unsuru kuruyor, uyku sorunsalı sadece fiziksel değil, kadınların tarih boyunca yaşadığı baskılara karşı kapatamadığı gözleri, dönemediği sırtı, basıp gidemediği ayaklarını da temsil ediyor. Yorgunluğu yaşanmış ama anlatılamamış, yarım kalmış hikayelerin hüznünde saklı kalmış, ağırlaşmış bir tortu gibi sessiz bir eşlikçi işlevi görüyor.
Barış Gönenen’in başarılı bir şekilde hayat verdiği Hüseyin’in hayaleti Defne’nin arayışında politik bir çizgiye denk geliyor, Hüseyin hayali bir karakter olmaktan uzak bir şekilde Türkiye’nin yakın dönem siyasi sürecinde ağır bedeller ödemiş, yok sayılmaya çalışılmış gençlerden biri. Konuşmasındaki komik, basit ve insani ton onu siyasi ve mizahi bir karakter haline getirse de, o da unutulmayı yediremeyen ve reddeden bir karakter olarak karşımızda! Yıldırım’ın onu bu şekilde yani içten gelen, saf bir başkaldırı kimliği gibi resmetmesi doğal, kirlenmemiş siyasi bir figüre denk düşüyor ve özellikle de günümüzdeki kirlenmiş politik ilişkilere güzel bir gönderme niteliği taşıyor.
Selen Uçer’in hayat verdiği Nazife de acılı ve o oranda absürt bir karakter. Defne’nin annesini bulma yolculuğu en fazla Nazife ve kızı Hazar’ın hikayesiyle yakınlaşıyor. Yıllar önce kocasını öldürmek zorunda kaldığı için bebeğini göremeyen Nazife, kızına ulaşmak için Defne’den yardım isteyen yalnız bir ruh! Kızına ulaşmaya çalışan bir ruhla, annesinin ruhuna ulaşmaya çalışan Defne’nin tezatlığı, annelik içgüdüsü ve onun yorumlanışı üzerinden güzel bir birliktelik yaratıyor! Böylece film ruhlar alemi sayesinde birçok temayı harmanlayıp, tarihin içindeki kişisel, toplumsal acıların ve belleğin içinden geçmiş oluyor!
Yıldırım tüm bu anlatısında mizahı yumuşatıcı bir etki olarak kullanırken aynı zamanda yabancılaştırma unsuru olarak da resmediyor. ‘Gülmek devrimci bir eylemdir’ sözünden yola çıkarsak; filmin umutlu, düğümlerinden kurtulmuş bir şekilde sonlanışı da bu bakışa denk düşüyor. Filmde ses ve sessizlik de orantılı bir tezatlık da ilerliyor, tanrıça Rhea filmde konuşmazken, diğerlerinin susmaması, tarih boyunca bastırılmış seslerin izdüşümüne denk geliyor ki, bu da kadının konuşmasının kıymetine dair bir açılımla taçlanıyor. Side antik kentinin bir kişilik olarak filmde yer alması, hayaletlerin tarihin konumlanışına dair sembolik anlamları sırtlanması, hem mekanlara hem de insanların var oluşuna dair absürt, ironik ve aynı zamanda düşündürücü bir boyut kazandırıyor.
Banu BOZDEMİR