Ne dilediğine dikkat et, gerçek olabilir..
Yazar: Hande KaraSon dönem filmlerimizdeki "sulu sepken komedi" ile "ağır dram" arasında sıkışıp kalan tür yelpazesini, hafif fantastik soslu bir "kader" hikayesiyle kırmaya çalışan bir film İki Dünya Bir Dilek. Yönetmen koltuğunda, Romantik Komedi, Dilberay, Müslüm ve Kızılcık Şerbeti gibi başarı yakalamış işlerden tanıdığımız Ketche’nin (Hakan Kırvavaç) oturması, filmin görsel dilinin temiz ve akıcı olacağının ilk sinyaliydi. Ancak asıl sürpriz, filmin hikayesinin bizzat başrol oyuncusu Hande Erçel’in kaleminden çıkmış olması.
Film, 1998 yılbaşı gecesi bir hastane koridorunda yolları kesişen iki çocuk olan Bilge ve Can’ın, yıllar sonra birbirlerinin sesini "kafalarının içinde" duymaya başlamasıyla gelişen olayları konu alıyor. Bu noktada film, Hollywood’un sevdiği The Lake House (Göl Evi) ve Serendipity (Tesadüf) gibi "metafiziksel bağ" filmlerine göz kırpıyor. Ve özellikle finale doğru da Aşk Tesadüfleri Sever'in havasına bürünüyor.
Bilge (Erçel), hayatı tamamen rasyonel düzlemde yaşayan, kontrolcü bir avukat. Can (Akdülger) ise toprağın altındaki hikayelerin peşinde koşan, kadere inanan bir arkeolog. Senaryo, bu zıtlığı kör göze parmak sokmadan vermeye çalışsa da, diyaloglar yer yer didaktik olmaktan kurtulamıyor. Telepati unsuru, sinemada işlenmesi riskli bir alandır; doğru yapılmazsa komik duruma düşebilir. Film bu riski, Metin Akdülger’in ses tonunun yarattığı güven hissiyle bir nebze bertaraf etmiş.
Prime Video Türkiye
Hande Erçel, kariyeri boyunca oyunculuğu üzerine çokça tartışılan bir isim oldu. Ancak bu projede, kendi yarattığı bir dünyanın içinde olmanın verdiği rahatlıkla, belki de bugüne kadarki en "kendisi gibi" performansını sergiliyor. Bilge’nin o gergin, kontrolcü ama içten içe kırılgan yapısını iyi yansıtmış.
Metin Akdülger ise, her zamanki gibi girdiği sahneye bir "aura" getiriyor. Can karakterinin o mistik ve kabullenmiş halini, bakışlarıyla çok iyi veriyor. İkili arasındaki kimya, "yanıp tutuşan" bir tutkudan ziyade, "ruhsal bir tamamlanma" üzerine kurulu. Bu da filmin "aşk" tanımını biraz daha olgunlaştırıyor.
Ketche, atmosfer kurmayı bilen bir yönetmen. Filmin renk paleti, özellikle geçmiş ve şimdiki zaman geçişlerinde ve o karlı yılbaşı atmosferlerinde, izleyiciye sıcak bir "battaniye filmi" havası veriyor ve masalsı atmosferi hissettiriyor. Kurgunun temposu yer yer düşse de, final bloğuna doğru artan duygusal gerilim seyirciyi ekranda tutmayı başarıyor.
Ancak filmin en büyük handikapı, "fantastik" ögeleri "gerçekçi" bir zemine oturtmaya çalışırken yaşadığı gelgitler. Bilge'nin sesleri duyduğunda yaşadığı şok evresi biraz daha derin işlenebilirdi; bu süreç fazla hızlı geçilip hemen romantizme bağlanmış gibi hissettiriyor.
İki Dünya Bir Dilek, sinemamızda çok sık görmediğimiz "spiritüel romantizm" türünde cesur bir deneme. Mantık hataları veya bu kadar da tesadüf olmaz dedirten anları yok mu? Elbette var. Ancak film, vadettiği duyguyu seyirciye geçirmeyi başarıyor.
Eğer kanepenize gömülüp, mantığınızı biraz kapıda bırakarak, "Acaba kader diye bir şey var mı?" sorusunu sordurtacak, görseli şık, duygusu olan bir yeni yıl filmi arıyorsanız; bu film doğru adres olabilir. Ama sert gerçeklik ve kusursuz bir neden-sonuç ilişkisi arayan bir sinefilseniz, Bilge ve Can’ın hikayesi size biraz fazla masalsı gelebilir.