Tuzak sorulu Armand!
Yazar: Banu BozdemirLiv Ullmann ve Ingmar Bergman’ın torunu olan Halfdan Ullmann Tøndel'in kafa karıştırıcı filmi "Armand", bir yandan kendinden emin bir şekilde icra edilmiş, rahatsız edici, dışavurumcu, yoğun ve bireysel bir seslenişin temsiliyetine bürünüyor, ilk uzun metrajlı filminde Tøndel uzun ve meşakkatli bir okul gününü anlatıyor! Aile geleneğinden bağımsız bir anlatım tercih eden yönetmen için dedesi ne derdi bilemeyiz ama bizi bir karmaşanın ortasına attığı gerçeğini görmezden gelemeyip neden diye sorabiliriz!
"Dünyanın En Kötü İnsanı" filminin oyuncusu Renata Reinsve, gösterişli bir biçimde ilk kareyi doldurduğunda az sonra yaşanacakları tahmin bile edemeyiz, Tondel’in bu konuda bir senaryo yazıp büyükler dünyasında yaşanması gereken bir çatışmaya neden çocukları dahil ettiğini anlamakta zorlanıyoruz, çünkü akrabalık bağları olan ebeveynler (Sarah Elisabeth'in artık hayatta olmayan kocası Thomas'ın kız kardeşi yani çocuklar kuzen) geçmişte yaşanan birçok sır, öfke ve travmayı bugüne taşıyor! Anlatılan olayın gerçekten olup olmadığından çok ebeveynlerin arasında yaşanan çatışma asılı kalıyor hafızalarda! Bu anlamda Roman Polanski imzalı "Carnage" filmini hatırlatıyor ki aslı bir tiyatro oyunudur!
Çoğunlukla gerçek zamanlı ilerleyen filmde Elisabeth, altı yaşındaki oğlu Armand’ın sınıf arkadaşı Jon’a cinsel tacizde bulunduğunu öğreniyor. Biz bir çırpıda söylüyoruz ama filmde bunun ortaya saçılması o kadar kolay olmuyor. Bu arada filmde Armand’ı ve diğer çocukları hiçbir şekilde görmüyoruz, onların sadece tartışma harlayıcı olarak kullanıldığı aşikar! Film klostrofobik bir ortam yaratma konusunda başarılı, korkularla yüzleşememiş, bastırılmış konuların, toplumların içe kapanıklığını eleştirmek üzerine bir yapıda çıkıyor karşımıza!
Elisabeth oğlunun arkadaşına cinsel taciz uyguladığına elbette inanmıyor ve karşısına dikilen sorguculara şüpheli, küçümseyici, alaycı bakışlarla karşılık veriyor ama hem aile hem de yöneticiler tarafından yöneltilen suçlamalar karşısında isyankar bir gülme krizine bulaşıyor! Filmin en fazla dikkat çeken anlarından ve iyi oyunculuk gösterilerinden birine imza atıyor Reinsve! Gülüyor, duruyor ve tekrar bir gülme patlaması yaşıyor, kontrolden çıkmış bir halde oğlunun üzerine atılan suçlamaları geri püskürtüyor, kabul etmiyor, içine almıyor. Ağlama ve gülmenin benzerliğini sorgulatan anlar, izlerken ne kadar sürebileceğini hesaplatan türden bir performans! Ama filmin tamamı için aynı şeyi söyleyemeyiz. Film çok özenli bir şekilde çekilmiş belli ama elimizde kalan temel şey karmaşa oluyor! Yönetmen izleyiciye sürekli bir mesaj yolluyor, bulmacasever bir izleyici olarak kabul ediyoruz ama çözümü ne kendisinde ne de bizde!
İşin bir de okul tarafı var ki, o taraf (öğretmenler, yöneticiler) tüm toplumu temsil ediyormuş gibi davransa da pek beceriksiz, içine kapanık, baştan savmacı ve kaçak durumda! Geçen sene izlediğimiz İlker Çatak imzalı "Öğretmenler Odası"nı aklımıza getirse de deyim yerindeyse onun eline su dökemez! Ceylan Özgün Özçelik imzalı "On Saniye" filmini de mekânsal suçlama ve savunma detayları gereği burada anmak mümkün!
Film koca bir sorgu trafiği yaratsa da çok fazla kesinti yaşanıyor, özellikle de öğretmen Sunna’nın deneyimsizliği, meslektaşı Asja’nın sık sık kanayan burnunun yarattığı kesintiler (burun kanaması duruma katkı sunması için tekrarlı bir uğursuzluk havası yaratıyor), karakterleri olaydan kopardığı kadar bizleri de can sıkıcı bir tekrarın içine itiyor, bizler de onlarla beraber okulu turluyor sınıflara girip çıkıyor, arada müzikal bir forma dönüşen filmin tonlamaları arasında bir labirente sıkıştığımızı hissediyoruz. Filmin okulda öğrenciler olmasına rağmen, onları kameraya hiç sokmamasını Tondel’in bir seçimi olarak anlasak da, karakterlerin konumlanışını sürekli değiştirmesi, filmin yeni bilgilerle bizi sınayıp bakış açımızla kedinin fareyle oynadığı gibi oynadığını fark edip yargılarımıza yeni yargılar ekliyoruz ama filmin karmaşası içinde dönmekten yorgun düşüşümüzü de inkar etmiyoruz!
Elisabeth’in okulun temizlikçisi olan adamla yaptığı dansı, saçma gelse de bir nevi bireysel suçlama, çözülme olarak yorumlarsak, bir grup okul görevlisiyle yaptığı dansı toplumsal suçlayıcı, yarı şiddet içeren bir formda, saçma bir dışavurum olarak işaretlemek mümkün! Bu anlamda Norveç halkına bir suçlama var. Bu tarz dışavurumları Elisabeht’in kaybettiği gücü geri alışı olarak yorumladım kendi adıma! Elisabeth gösterişli bir aktris ebeveyn olarak herkesin gıptayla baktığı biri ve bu onu zaten çoğunluktan çok farklı bir yere koyuyor ama bunu anlatmak için neden böyle bir konu seçtin Tondel demekten kendimi alamıyorum! Kocası intihar eden gösterişli bir oyuncu kadının, herkesi normal bir hayat yaşadığına ve oğluna iyi bir ebeveyn olduğuna ikna etmesi gerektiğinin farkında olduğuna yönelik dışavurumunu izliyoruz film boyunca. Arada şok edici, saçma hamleler, absürd çıkışlarla Tondel’in önümüze koyduğu film bu! Büyükanne ve büyükbabanın sanatsal izlerini bu filmde görmek mümkün değil, bir yandan da yeni İskandinav sinemasına yakın duran bir mizah anlayışı bu! Yine de son sahnenin toparlayıcılığına rağmen toparlanmış pek bir şey kalmıyor elde avuçta!
Banu BOZDEMİR