Haneke'nin başyapıtlarınan birisi olan Cache, gerçekten tekrar tekrar izlenebilecek güzellikte bir film.
Haneke'nin en önemli meselelerinden birisi olan sinemada gerçeklik hissini zedeleyen ve istismar eden hollywood filmi türleri ve onların klişelerinin burada da kullanıldığını görüyoruz. Gerilim filmlerinin özelliklerini kullanan cache elbette bunu aslında meramını anlatmak için bir araç olarak kullanıyor. Film türlerinin insan tüketimine ve böylece anlamlı olabilecek görüntülerin, görüntüler arasındaki ilişkilerin, hikayelerin tür klişeleriyle film tüketimiyle insanı sahte şekilde mutlu etmesi ve sanat olarak sinemanın amaçlarına ters düşebilecek şekilde düzenlenmesiyle ilgilenmiyor yönetmen. Haneke klişeleri kullanarak onlarla gerçeklik hissi yaratmaya çalışıyor. Bunu yaparken dramatik müzik kullanmamayı, ani-sert kesmelerle görüntüleri sonlandırmayı, kendi klişelerine dönüştüğü söylenebilecek diğer bazı noktaları kullanıyor.
Cache de bir gerilim filmindeki en önemli klişelerden birisini kullanıyor: ortada bir cinayet yok ama bir sır, bir gizem var. Georges'a ve ailesine yollanan video kasetler ailenin konforlu hayatını alt üst ediyor, çünkü bitmek bilmiyor ve ısrarla karakterleri, özellikle de sinemadan görülmüş en itici karakterlerden Georges'u bir yere bakmaya çağırıyor. Film ilerledikçe yönetmenin video kasetlerle hem georges'a , hem eşine hem bize yaptığı gibi, georges da bakmaya ve görmeye çalışıyor: geçmişine. Çünkü kasetler Georges'a geçmişini işaret ediyor.
Filmin açılış sekansında hareketsiz duran, dakikalarca izlediğimiz ve hiç birşey olmayan kısımda yönetmenin esas yöntemini de yakalamış oluyoruz: Film boyunca, ilginç finali de dahil, aynen Georges gibi bakacağız ama gördüğümüzü anlayamayacağız, baktığımızı görüyorsak da bu görüntünün ne olduğunu bir türlü çözemeyeceğiz. İşte bu gerilim filmlerinde bulunmayan ve eğer bulunuyorsa bile derdi finalde süsleyerek bize numarasını yutturmak isteyen hin filmcilerin düşünmemeyi tercih ettiği bir yöntem. Georges baktıkça görmeye başlıyor ama gördüğünü anlayamıyor önce, biz de onunla beraber bakarken çözmeye başlıyor ve georges filmin finalinde gördüklerinden insani, vicdani olarak etkilenemeden ve tek derdi suçunu bir an önce unutmakken kendini karanlık odasında perdeleri çekerek uyumaya bırakırken bizler filmin afişindeki gibi aydınlık, berrak bir final sahnesiyle başbaşa bırakılıyoruz: filmi sadece bir kez izleyenlerin belki ıskalamış olabileceği gibi bu sahnede mecid'in oğlu ve georges'un oğlu beraber okulun önünde onlarca insanın arasında konuşuyor. Filmin esas sorusu olarak kabul edilen kasetleri kim gönderdi sorusunun cevabıyla ilgili bir çok iddia var, final sahnesi de bu cevaplardan birisi, ancak tipik bir haneke filmi sonu olan finalsizlik bu filmde de mevcut ve bu finalsiz son filmin meselesini perdeden ve sinema salonundan dışarıya taşıyor: biz georges'lar, bir anne'ler, baktığı halde göremeyenler, görse de gördüğüyle yüzleşemeyenler, kanaması durmuş bir vicdanla ölene dek yaşamak arzusunda konforuyla memnun yaşayanlara yönelik bakma ve görme arzusu bu. Gizli olan, saklı olan, saklanan ne ve kim? Filmde saklanan, gizlenen, bakıp da göremediğimiz ama georges'un geçmişini bilen, kasetleri gönderen kişi, elbette yönetmen. Bize de saklandığı yerden gördüklerini göstererek ve eliyle işaret ederek georges'a bakmamızı ve onu görmemizi istiyor. Georges'a bakarken kendi suçlarımızla, vicdan yüklerimize bakmamızı ve görmemizi istiyor Haneke.
Sona ermeyen bütün haneke filmleri, filmlerdeki meselelerin, gerçeklik hissi bize hikaye edilerek anlatılan olayların sürüp gittiğini, eğlencelik bir durum olmadığını söylüyor. Bu yüzden haneke filmleri hep asık yüzlüler, belki tek istisna haneke'nin en iyimser filmim dediği Bilinmeyen Kod olabilir. Ya da seneler sonra yeniden izlemeyi düşündüğüm, yönetmenin kendi klişelerini bir kenara bıraktığı Aşk filmi.. İzlemeyenlere Cache'yi mutlaka izlemelerini öneriyorum.