Hesabım
    Run'ın Yaratıcısı Vicky Jones ve Başrol Oyuncuları Domhnall Gleeson ile Merritt Wever Diziyi Anlattı!

    Yeni dizi Run'ı yaratıcısı ve başrol oyuncularından dinleyin..

    • Run'a nasıl dahil oldunuz ve sizi buna çeken neydi?

    Domhnall Gleeson: Çok ağır ve duygusal acısını yaşadığım bir projeyi yeni tamamlamıştım. Bununla bilhassa gurur duydum ama biraz daha neşeli bir şey yapmak istiyordum. Bundan menajerime bahsettim ve ellerinde televizyon için böyle bir senaryo olduğundan bahsettiler. Televizyona iş yapmayı gerçekten düşünmemiştim, çünkü filmleri seviyorum, çalışma şekillerini seviyorum ve hikayenin 90 dakika içinde bitmesini seviyorum – bu arada, bu konuda azınlıkta olduğumun farkındayım! Ama tamam dedim, yine de senaryoyu okuyacağım. Senaryo Run’a aitti ve gerçekten inanılmazdı. Zaten önceden de Phoebe Waller Bridge ve Vicky Jones'un büyük bir hayranıydım, bu yüzden onlarla tanışmaya gittim ve dizinin geri kalanında neler olacağı hakkında anlattıklarını beğendim. Aşk hakkındaydı ve sonsuz olasılığa sahipti. Bu harika insanlarla bu kadar komik, taze ve heyecan verici bir şey üzerinde çalışma fırsatı, tepilemeyecek kadar iyiydi.

    • Run alışıldık türlere sığmıyor, komediyi romantizm ve gerilim unsurlarıyla birleştiriyor. Bu da çekici taraflarından mıydı?

    DG: Kesinlikle. Tarif etmek zor ama bu kadar sıradışı olması ve asla gerçekten durulmaması hoşuma gitti. En sevdiğim kısımlar, biraz daha Before Sunset'e benzeyenler, ama bir yandan hikayeyi ilerletmek için gerçekleşmekte olan bir sürü şey var. Bir sonraki adımda ne halt edecekleri ve ilişkilerinin nasıl  onuçlanacağı konusunda sürekli merak içerisindesiniz. Bu konuyla oynamak güzel.

    • Merritt Wever ile birlikte oynamak seni heyecanlandırdı mı?

    DG: Çok fazla. Ekibe katıldığında çok mutlu oldum. Onunla çalışmış insanları tanıyordum ve onun sıra dışı şeyler yapabileceğini biliyordum. Gördüğüm işlerinde, hiçbir zaman harika olmanın altına inmedi. Birlikte sahneleri çekmenin mükemmel olacağını biliyordum. Bazen farklı şekillerde çalışıyoruz, ancak önemli olan tek şey kameralar çalıştığında izleyicilerin görecekleridir. Merritt ile her zaman çok sağlam bir zemine basar gibi hissettim. Bire bir sahnelerde, o anda birbirinize cevap vermelisiniz. Merritt kesinlikle harika ve onunla oynamak inanılmaz. Güveneceğim kişi o olduğu için şanslıydım.

    • Bize karakterin Billy Johnson hakkında ne söyleyebilirsin?

    DG: Başarılı bir yaşam gurusu ama çok yalan söylüyor, hem kendisine hem de diğer insanlara. Birkaç kötü adam oynadım ama Billy'yi asla bu şekilde düşünmedim. Karakterinin feci kısımları olduğunu anlıyorum, ama bence daha iyi olmaya çalışıyor. Bu gerçek hayatta insanlar için bir mazeret değil ama dramada öyle! Değişmeye müsait olabilir ve eğer öyleyse, Ruby [Richardson, Merritt Wever'in karakteri] onun birlikte olması gereken kişi. Yine de, Ruby'nin de mükemmel olduğunu düşünmüyorum. Kişiliğinin kahramandan ziyade anti-kahraman yönleri de var. Bu açıdan, ikisi iyi bir eşleşme. Her ikisinin de köşeleri var ama hikaye bu köşeleri yontmuyor, onları vurguluyor, ki bu gerçekten zekice bir fikir.

    • Motivasyon guruları veya yaşam koçları hakkında çok araştırma yaptınız mı?

    DG: Pek değil, çünkü Billy'nin bu kariyere ulaşma şekli alışılmadık ve plansızdı. Odadaki en büyüleyici kişi olma yeteneğinden kaynaklandığını düşündüm. Bu, olmaya devam etti ve odalar giderek daha kalabalıklaştı. Bunu yapabilen bir kişi olduğundan emin olmaya daha çok odaklandım. Ayrıca, odada kim olduğuna bağlı olarak değiştiğini de düşünüyorum. Dürüst olduğu tek kişi Ruby. Ona da yalan söylüyor, ama eğer herhangi birine karşı dürüst olacaksa, genellikle Ruby’ye karşı olur. Bu onun hayatındaki diğer şeyler ve diğer taraflardaki yalanlar için iyi bir tezat.

    • Kendi İrlanda aksanını korumak ve oldukça sağlam küfür edebilmek eğlenceli miydi?

    DG: Çok hoşuma gitti ama genelde aksan kullanmayı tercih ederim, ahlaksızca gelse bile. Aksan bir karaktere hoş bir şeyler katar, hep böyle düşünürüm. Bir aksan kimseyi değiştirmez, ama onların algısını ve dünyanın onlara davranış biçimini değiştirir. Aksanları denemekten gerçekten zevk alıyorum. Çizgileri bir aksanla çekmek, onları öğrenmek ve o kişiliği tanımak için kıymetli bir yol olabilir. Ama bunu düşünmek zorunda kalmamak zevkli bir değişim oldu. Araya girebilecek bir şey azalıyor böylece. Küfürlere gelince… Dürüst olmak gerekirse sette olduğundan farklı değildi! Kamera önünde olduğumuzda veya olmadığımızda, hemen hemen aynıydı!

    • Çektiğiniz favori sahneler hangileriydi?

    DG: İlişkinin ortasındayken keyif aldım. Ne söyleniyor veya yapılıyor olursa olsun, sahne gerçekten ilişkimiz ve onun değişen dinamiğiyle ilgiliydi. Dışarı çıkıp dolaştığımız ve Archie Panjabi'nin karakteri [Billy'nin eski asistanı Fiona] ya da Phoebe'nin karakteri [Laurel] gibi yeni insanlarla tanıştığımızı da sevdim.

    • Ve tüm tren seyahatinden de hoşlandın mı?

    DG: Oh, kesinlikle. Gençken, hayatımda büyük bir akış ve keşif döneminde, Amerika’yı trenle gezdim. Senaryoyu okuduğumda, kendi deneyimlerimle ve o dönemlerde kendime sorduğum sorularla benzerlikler beni inanılmaz şaşırttı. Çok nostaljik değildi, ama kesinlikle beni ilginç bir yere götürdü.

    • Eski alevleri yeniden canlandırma fikrinde belirli bir romantizm var mı?

    DG: Kesinlikle. Artık görmediğiniz, hayatınızın aşkıyla aniden bir araya geliyorsunuz - bu her zaman drama ve hikaye anlatımında büyük bir tema oldu. Çok güçlü bir şey, özellikle de ilk aşkınız olduğunda. Bu, ekstra bir katman ekliyor. Bahsetmesi güzel ve ilginç bir şey, hangi yaşta olursanız olun. Billy ve Ruby arasında paylaşılan deneyimler hakkındaki bu farkına varmalar ve sohbetler gerçekten çok hoş ve bu kaotik hikayenin ortasında size çok şey anlatıyorlar. İlişkilerini gerçekten havalı bir şekilde keşfediyor.

    • Billy, özünde romantik biri midir?

    DG: Billy, çok zorlaşana kadar elinden geleni yapar. Ruby ile olduğu zamanlar hariç, hayatının her alanında böyle. Böyle olmasının nedeni kısmen ilişkilerinden kaynaklanıyor. Sonsuza kadar birlikte olacaklarını gerçekten düşünmüş. Sanırım 15 yılını, Ruby’ye döndüğü takdirde hayatının daha iyi olacağını düşünerek geçirmiş - ve sonra aniden, olacakmış gibi görünüyor.

    • Run’ı, bir yabancıya nasıl anlatırsınız?

    DG: Başka bir şeye benzetemezdim, onu eşsiz kılan ve esas odağı olan şey üzerinde yoğunlaşırdım. Özünde, 15 yıldır birbirini görmeyen ama birbirlerinin hayatlarının aşkı olan bir adam ve kadın hakkında. Ayrıldıklarından beri temasları olmamış, ama “Run” mesajı attıkları anda, her şeyi bırakıp Amerika'da birlikte bir trene binmek üzere anlaşmışlar. Sadece bu hazırlık bile, bence yeterli. Bu bana bilmem gereken her şeyi ve ne olacağıyla ilgilenip ilgilenmeyeceğimi anlatıyor. Biliyorum ki ben duyduğumda, gerçekten çok ilgimi çekti!

    • Run, diğer işlerinin arasında nasıl bir yerde?

    DG: Yapmaya çalıştığım tek şey, daha önce yaptığımdan farklı projelerde, iyi, yetenekli insanlarla çalışmak. Bu işin her iki kutuyu da işaretlediğini hissediyorum. Tüm bu dramatik şeylerden sonra biraz daha komedi yapmak harikaydı. Bunu yapmak gerçek bir zevkti ve umarım izlemesi de öyledir.

    • Şahsen hiç koşasınız geliyor mu?

    DG: Eh, şu anda hiçbir yerde koşamam, tecrit devam ediyor! Ama Amerika'yı bir trenle gezmenin cazibesini anlıyorum. Sanırım herkes zaman zaman bunalır, yaptıkları seçimlerden endişe eder ve kendilerini bir hapishaneye kitlemiş gibi hisseder. Bence bu birçok insana tanıdık gelecek. Billy ve Ruby'nin nereden geldiklerini anlıyorum, ama onların yaptığını yapacak cesarete hiç sahip olur muydum, emin değilim.

    • Dizinin başladığı bu tuhaf zamanlar hakkında nasıl hissediyorsun?

    DG: Dünyada şu anda çok daha önemli şeyler olduğu kesin, ama bu bir nebze kaçış sunabilir. Beni Run’a çeken şeyler - farklı, eğlenceli, heyecan verici ve aşk hakkında olması – tecrit altında olsanız da olmasanız da- bunlar yine de izlemek için sebepler. Olabildiğince çok çalıştım ve bununla gurur duyuyorum. Umarım insanlar beğenir. Bekleyip göreceğiz.

    facebook Tweet
    Öneriler
    Yorumlar
    Back to Top