Hesabım
    Benim Dünyam
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Benim Dünyam

    Boş ve saf bir melodram değil...

    Yazar: Banu Bozdemir

    Filmden sonra bir arkadaşımla kafa kafaya verip ‘Biz Uğur Yücel’i sevmek istiyoruz, çünkü onu seviyoruz’ tarzında kısa bir ‘ağıt’ yaptık. İstanbul Film Festivali’nde izleyip ‘demode’ bulduğum (filmin de demodesi mi olur demeyin) Soğuk’tan sonra bir uyarlama (belki de yeniden çevrim demek daha uygun) olan Benim Dünyam, Uğur Yücel’le ilgili sarsıntılarımızın bir nebze daha artmasına sebep oldu diyebilirim. Film hiç kötü değil ama Uğur Yücel'den farklı beklentilerimiz var sanırım.

    Benim Dünyam, Sanjay Leela Bhansali’nin 2005 yapımı Black filminden uyarlama, neredeyse yakın denklemli kopyası. Gerçi o da Hollywood yapımı Miracle Worker filminin uyarlaması ama Bhansali bir hayli değişiklik yapmıştı senaryoda! Hakkında baştan böyle bir önyargı olsa da, ben genel olarak ‘ağlak’ kategorisinde bir film olarak algılamadım Benim Dünyam’ı. “Mendiller ellerde, ağlamaya hazır olun” tarzı yorumlardan çok, filmin ‘başarı hikayesi’ne odaklandım ve hikayenin içinde de gözyaşından daha farklı şeyler buldum açıkçası. Bulduklarımın hepsinin olumlu olduğunu söylemiyorum ama kör bir kızın hayata tutunma çabası sadece gözyaşıyla ifade bulacak kadar saf melodram içermiyor.

    Uğur Yücel Yazı Tura’dan sonra tarzını Yeşilçam ağırlıklı melodrama çevirdi diyebiliriz, bunun da en bariz örneği Türkan Şoray’la başrolü paylaştığı Hayatımın Kadınısın filmidir. Benim Dünyam’ın bir uyarlama olduğunu düşünürsek, biraz detaylara dalabiliriz aslında. Hayatını kaleme alan Ela, iki yaşında körlükle tanıştığını söylüyor. Annenin kucağındaki çocuk kesinlikle iki yaşında değil, en fazla altı aylık falan. Neyse ki filmin bundan başka fazlaca göze batan detayları yok. Oyunculukları, işaret dilini dikkatlice inceledim, çünkü genelde filmin akışına etki edecek bu tarz detaylar bizde üstünkörü yapılır. İşaretler yarım kalır, duygu tamamlanamaz ve seyirci de memnuniyetsiz ayrılır filmden. Beren Saat genel olarak iyi performans sergilemiş ama bir tek daktilonun başında yazı / hayatını yazarken fazlaca huşu içindeydi. Mahir Hoca’yı oynayan Uğur Yücel de genel olarak iyiydi ve rolle epey özdeşleşmişti. O kadar ki, filmi tercih etmesinin nedenlerinden birinin Mahir Hoca karakterini kendisine yakın bulmuş olmasıdır, diye düşünüyor insan.

    Film, Ela ve Mahir hoca arasında yaşanan bir nevi aşk ve nefret ilişkisi üzerinden gidiyor. Görmeyen ve duymayan bir insanın isyanı, yalnızlığı ve algısızlığının bir nevi delilik olarak algılandığı 1950’li yıllarda başlayan hikaye, Ela’nın çocukluğunu da kapsıyor. Hissiyatsız bir çocuk olarak gösterilen Ela’nın hocası Mahir’le olan tanışıklığı ve eğtim süreci de gayet sert bir biçimde ilerliyor. Bu sertlik tepki toplar mı bilinmez ama cesur bir yanının olduğu kesin! Annenin içgüdüsel olarak bağrına bastığı ama ona yetmediği, babanın ise gözden çıkarmakta sakınca görmediği Ela, Mahir Hoca’nın ellerinde bir hayli hırpalanıyor, itilip kakılıyor. Burada bir doz aşımından söz etmek mümkün ama film duygusal olarak seyirciyi ‘bunlar hep onun iyiliği için’ tarzında bir açıklamayla durduruyor, zaman zaman bu savaştan keyif alır hale bile geliyorsunuz.

    Sonuçta film bir yeniden çevrim olduğu için her şey tıkır tıkır işliyor, geriye atmosferi ve oyunculukları oturtmak kalıyor ki, o da kısmen başarılmış. Öyle ki Ela’nın kıyafetleri bile orijinaliyle çok benzeşiyor, gözlüğün ardından hissedilen kar ve benzer başka detaylar orijinal filmden özenle atlanmadan filme yedirilmiş.

    Filmin eksiklerinden biri Ela’nın kızkardeşiyle olan ilişkisinin neredeyse hiç verilmemiş olması. O yüzden filmin sonundaki kardeşin ‘geri planda kaldım’ patlaması biraz havada kalıyor. Gerçekten film de çok Ela yörüngeli gidiyor, o yüzden kardeşin serzenişlerini de ancak araya sızan laf sokuşlarından anlıyoruz. İki kardeşin birbirlerine olan bakış açısının farklılığı da gönül gözü penceresinden veriliyor!

    Filmin ağlatma potansiyeli sonlara doğru çıkıyor; Mahir hocanın bilincini yitirip, Ela’nın gözü kulağı olmayı kaybettiği, üstelik deli damgası yiyip yalnız kaldığı noktada patlıyor. Hayatını Ela’nın iyi bir yaşam sürmesi için adayan ama onun başarısını göremeyen adamın dramı, başarı hikayesinin sonunda izleyiciye daha dramatik yansıyor. Ağlama garantili olduğu için izleyin demem elbette, ama Uğur Yücel'den daha iyi filmler beklediğimizi de eklemek isterim.

    twitter.com/BanuBozdemir

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top