Hani bunun ilk sahibi!
Yazar: Banu BozdemirCannes Film Festivali’nde yarışma dışı gösterilen, Tatiana de Rosnay’ın romanından uyarlanan "Dalloway" son yıllarda izlediğimiz birçok film gibi aynı konulardan ilham alıp aynı kaygıları ortaya koyuyor. İnsanlık kendini geliştirecek teknolojik bulguları ortaya çıkarıp, sonrasında bizi ele geçirecekleri endişesiyle onları yok eden, bastıran, susturan filmler ortaya koymaya devam ediyor. "Dalloway" de onlardan biri; zeka onlarda ama yaratıcılık, duygular ve sıcaklık hala insanlarda diyerek bizi rahatlatmaya çalışıyor.
Gaumont
Yann Gozlan’ın yönettiği film birçok filmin ilhamının bileşkesi gibi. Mesela "Eddington" gibi Covid-19 pandemisinden ilham alıyor, ayrıca "Mission: Impossible - The Final Reckoning"de olduğu gibi HAL 9000 benzeri art niyetli yapay zeka da var. 2013 yapımı "Her"de yapay zeka Samantha’ya aşık olan Thedore’un yerini burada onunla psikolojik birlik kuran Clarissa alıyor. "Ex Machina" ve "Perfect Days"i de "Dalloway"i çevreleyen detaylar konusunda bu listeye eklemek mümkün.
Artık yapay zekaya fazlaca soru sorduğumuz bir çağda yaşıyoruz, benim gibi öz yaratıcılığına zarar gelmesin diye bu kapıyı hiç açmayanlar da var. Yapay zeka eğer ortak bir akılsa ortaya çıkan her yaratı da kolektif bir aklın ürünü oluyor. Asıl soru ise onu nasıl kullandığımız ve onun bizi nasıl kullandığı oluyor sanırım.
Bilimkurgu ve distopik gerilim filmi olarak adlandıracağımız "Dalloway"de Clarissa (Cécile de France) yapay zekayla donatılmış bir sanatçı evinde Virginia Woolf hakkında bir kitap üzerinde çalışan ama tıkanmış bir yazarı canlandırıyor. Bu arada filmin isminin "Dalloway" olmasının tesadüf olmadığı anlaşılıyor, Woolf klasikleşmiş romanında bir kadının bir gün boyunca iç dünyasını inceler, karakterin zihni bulanıktır, geçmiş ve gelecek arasında sürekli gidip gelir. Clarissa’nın pencere önünde kendini izlediği an, Mrs. Dalloway’deki “ayna” metaforuna benzer biçimde içe dönüş sahnesidir. Filmde de Dalloway adlı yapay zeka daireyi kontrol edip, sanatçılara konfor sunmakla kalmaz aynı zamanda Clarisse’e öneriler sunar ve yazması yönünde onu teşvik eder. Ama bu yüksek teknoloji ortamı Woolf’un gerçekliği ve algısıyla pek uyuşmuyor, bunun yerine Clarisse oğlunun intiharının acılı anlarına sığınmak zorunda kalır ve yapay zeka bu konuda çok dostça davranmayacaktır.
"Dalloway" yapay zeka öncülüyle oldukça güncel bir konuyu ele alıyor ama doğal olmayan ve seyirciyi yakalamayan diyaloglar, karakterlerin basit ama aynı zamanda karmaşık yapısı ve açılımsız klişe ve öngörülebilir olay örgüsüyle istediğimiz etkiyi alamadığımız bir film izliyoruz. "Acaba filmi yapay zeka mı yazdı?" demeden edemedim izlerken, eleştirdiği sıcaklığı yakalayamamanın tuzağına düşüyor.
Cronenberg’in filmi "The Shrouds"tan örnek vermek gerekirse; teknolojinin geldiği noktanın yas duygusuna yaptığı sızıntıyla en azından felsefi bir damar yakalarken, "Dalloway" el yordamı bir his uyandırıyor. De France’ın filmin büyük bölümünü geçirdiği dairede yaşadığı yoksunluk, kalp kırıklığı ve paranoya bağlayıcı, ona sözümüz yok. Hatta Ronald Grauer’in özel efektleri damlalıkla damlatılmış bir minimallik içerse de bir gelecek algısı yaratmayı başarıyor. Filmin iyi algı yarattığı anlardan biri de Clarissa’nın Dalloway’in evin içindeki hakimiyetinden kaçıp eski kocasının evine sığındığı anlar. Dalloway, evin her yanında olan Google Nest benzeri aletler aracılığıyla onu takip etmeyi ve onunla konuşmayı başarıyor. Bu da psikolojik eşiğimizin bir sınaması olarak burada tasvir edilen dünyanın çok da uzağımızda olmadığına dair bir vurgu yapması oluyor.
"Dalloway" gerilim ve entrikadan uzak, konusu ileriyi tarif etse de eski bir romanın içinde debelenen ve yapay zekanın elinden çıkmış kadar basmakalıp bir senaryoya sahip. Clarissa filmin ana karakteri ama yaşadığı dünyanın ayrıntıları kadar karakteri hakkında da çok az bilgiye sahibiz. Yapay zekanın arkasındaki CASA grubunun niyeti yeterince açık olmadığı ve gizli kapaklı bir anlatıma sahip olduğu için filmin gerilim noktaları da oluşmuyor, oluşur gibi olsa da dağılıyor. Sadece bir yazarın iç dünyasının yaşadığı karmaşa ve ikilem beni etkiledi diyebilirim, geçmişinizi bilen bir yapay zeka bunu size bir tehdit olarak da kullanabilir, sizi aşağıya çekebilir ve yaptığı müdahalelerle sizi anlatıcı konumundan kontrol edilebilir içerik üreticisine dönüştürebilir. Clarissa’ya yaptığı da bu zira!
"Dalloway" herkesin heyecanla parça pinçik ettiği bir konuyu anlatırken maalesef heyecan verici yeni bir şey ortaya koyamıyor, birçok filmin kolajı gibi. Gelecekte yaratıcılık nasıl bir hal alacak, insanlar hala kendi zihinlerine hakim mi onun üzerine yapılmış bir film ama standart bir aktarım dışında duygusallık içeren bir hamle yaratmayı unutuyor, tek kullanımlık olduğunu baştan kabulleniyor. Ortaya çıkan kitabı kim mi yazdı? Sizce?
Banu BOZDEMİR